Dünya kadınlar günü ve Türk kadını

Yazan: 08 Mart 2024  
Kategori: Almanya, Başlangıç

Türk toplumunda kadının saygın bir yeri vardır.Orta Asya’dan Anadolu selçuklu devleti dahil kurulan  Türk devletlerinde kadın ve erkek eşit haklara sahipti. Devlet yönetiminde, hakanların yanında Hanım adı verilen eşleri de söz sahibiydi.  Bilge Kaan Han seçildiğinde Beylerine şöyle der  Beylerim beni Başınıza Han seçtiniz  Var  olun Yanlız bilmeniz gereken  bir şey vardır yanımda oturan eşini gösterir ve  şöyle der!..   

Bilin ki Ben sizlerin han’ı isem  Eşim de benim Hanım’ dır.  Yönetimde benim kadar söz sahibidir. Türk Kadını ata binip ok atar, top oynar, güreş gibi ağır sporlar yapar ve savaşlara katıldıkları gibi ev işlerinde’ de hünerlerini ortaya koyardı.

Türk töresinde kadın seçer eşini. En güçlü, hünerli erkeğin eşi olmasını ister. Devleti Aliye osman’ın kuruluşunda bile Beylerin yanında güçlü hanımları olmuştur.  Yavuz Sultan Selimin Hilafeti getirdiği güne kadar kadın her zaman ön planda yer alırdı. Muaviye ve arabın kültürünü İslam dini olarak sunulması ile türk toplumunda

kadının  değiştirilme süreci başladı. Mustafa Kemal Atatürkün İstiklal mücadelisinden başarılı çıkması ve Türkiye Cumhuriyetinin ilanı ile Türk kadını, Tüm dünya devletlerinde bile kadının elinden alınmış haklara kavuştu.

Mustafa Kemal Atatürkün meclise sunduğu teklif ile  Medeni  bilinen Avrupa da bile kadınlardan esirgenen bir çok hak Türk kadınına verilmiştir. bunlara seçme ve seçilme hakkı da dahildir.

Ne yazık ki nümüz de İslam dinini işaret ederek bu haklar tekrar ellerinden alınmak istenmektedir . Böyle bir sürece girmiş bulunuyoruz.

Ey Türk  kadını unutma Dinimiz de bile Rahim und Rahman olan sensin. Erkeklerden bile daha güçlü olduğunu uutma.  Yaradan da sensin Affedende sen.

Bu vesile ile Türk kadınlarınının Dünya kadınlar gününü Kutluyorum.

 

       08 Kasım 2024

Mehmet Tevfik Özkartal

  

 

 

 

Kıyamet Yakın

Yazan: 25 Haziran 2017  
Kategori: Bir Ömür dört Yaşam

Şu an Avrupadaki düzen bize inadına mükemmel olmayı diretse de, bir yanımız hep eksik.

Mehmet Tevfik

Ekonomik olarak ne kadar büyürsek büyüyelim, ne kadar Avrupalyız desek‘de bir yanımız hep güçsüz ve  küçük kalıyor. Bire bir gezmiş, yaşamış, ve ya uzaktan izlemiş olduğumuz ülkeleri ve orada yaşanan hayatlardan duygusal olarak etkileniyoruz belki.  Bu durum nefes alıp vermek kadar kısa sürüyor. Bireysel olarak devamlı hata yapmaya, medeniyeti ıskalayarak yaşamaya itiliyoruz Bu da birlikte yaşaması gereken insanlığın mutsuzluğu oluyor. Yazdığım öykülerde küçükde  olsa her zaman hayatımızdan bir kesit vardır. Bu benim tamamen kendi iç hesaplaşmalarımla ilgili bir yerde durur. Bazen toplumsal, bazen bireysel, adam sendecilik ve duyarsızlıklar karşısında, insanların tutumları belki yazma sebebim. Tüm yazdıklarım benim öykülerimin tanımı olabilirmi? Çoğu zaman gözümden kaçırdığım detayları yakalamaya, resmetmeye, çalışıyorum. Parmakla gösterilmez ayıptır!… denilen bir çok yaşanmışlığı ve ya o yörede yaşayanların durumunu parmakla göstermeye çalışıyorum kendimce.  Parmakla göstermek  ayıptır deselerde! Ben bu sözü yok sayıyorum. Nedenmi? Gözümüzün içine sokmadan görmüyoruz ve ya görmezden geliyoruz ya. Her zaman puzzle parçalarlarını  bir araya getirmekle  tamamlanmıyor istediğimiz resim. Bütün parçaları  bir araya getirebildiğimizde bütün oluyoruz. Hatta bazen o küçük parçalar uzun bir uğraşının sonunda büyük tablonun çok güzel detayları ve ya tamamınını görsele sunuş halini alabiliyor. Devamını oku

Ötönazi ( Yok et kendini)

Yazan: 27 Şubat 2017  
Kategori: Almanya

 

Bildik manzaralar var hayatımda. Geçen sene bu aylar’da yine bu hastahanenin bir başka odasından, şubat ayının sekizinde karalamıştım bir kaç satır.

Kuzey Hastahanesi

Bu sene ondördü aynı hastahanenin bir başka odasında, hemde Sevgililer gününde!

Kalbim paramparça mesela, gözlerim ilk gün ki gibi; dokunsalar ağlayacak onlar da. Omzumda yılların yorgunluğu, beynimde unutulmuş sözlerin “belki hatırlanır” umudu. Benimkisi ise şu kahbe hayatta ayakta kalma yorgunluğu. Bir değişiklik yok; yorgun bir halde ağır aksak sekiyoruz işte.

Karmakarışık beynimdeki düşünceler. Herşey her yerde; bulamıyorum koyduğum hiç bir şeyi yerinde; hani Vatan? sevdamı koymuştum ya kalbimin bir yerine Vatan diyerek; bak işte bulamıyorum vatanım nerede? Atamın ölümü ile unutmuşlar… Adını bile kanla irfanla yeniden koyduğumuz Türk vatanı’nı, 1938 de kaldırmışlar hastahaneye. Yeterli kann gitmeyince vucudun diğer organlarına; Mikroplar dururmu? başlamışlar tekrardan üremeye. Çok basit bir kalp nakli ile; yeni kalbimiz paşam ismet bir türlü açamamış damar yollarını.Paralara bile basmış kendi resmini, Belki Atam unutulur, Vatan’a bir faydası olur diye!.. Devamını oku

Şimdi Araf zamanı

Bu dünya’ya yapayalnız, hiç bir şeyleri olmadan gözlerini açan milyonlarca insanı düşünün; Sanki bu dünya’ya gelmeyi kendileri istemişler gibi. Hatta hangi aile‘de doğmaya kendileri karar vermişler gibi.  Bebeklik çocukluk derken herkesin üzerine bir yük yüklenmiş. Bu gün ise hepsi aynı çıkmaz sokağın önünde tek başlarına durup, bakıyor, bakıyor ama yolun sonunu bir türlü göremiyorlar. İşin en kötüsü ise sorgulamıyorlar bile. Çıkmaz bir sokağın başında durup da yolun sonunu göremez mi insan? çıkmaz sokağın başına neden geldiğini çözmemişse sonunu‘da görmesi mümkün olmuyor tabi. Yaşam bir göz kırpması gibi geçip gidiyor. Bir bakıyorsun yirmilerindesin, bir bakıyorsun kırklarında, bir bakıyorsun ellisi altmışında. Bir de bakıyorsun ki uçmağa varmanın kıyısında… Bu gün beni bu yazıyı yazmaya iten nedeni anlatacağım… Yaşamın ne kadar kısa ve ne kadar anlamsız, boş olduğu fikri yine Tanrının nefesinden yaratılmış olmamda saklı. Kimsenin fazla vaktini almadan kısa kesmek istiyorum. Belki’de ilk defa haklı olarak yaradılışa aşırı öfkelenmiş, Tanrı ile aynı fikirde değildim. Tanrı ne diyor; ben seni ruhumdan yarattım us verdim ve inan sana şah damarından daha yakınım. Tamam o zaman peygamberlere neden ihtiyaç duydun‘ki? Yarattıklarınla direkt konuşabilirdin. Ben Tanrı olsam en azından öyle yapardım. Herkesin ayrı telden çalmasına izin vermez ilahi ahengin bozulmasına olanak tanımaz, yarattıklarımın acı çekmesine izin vermezdim. İnsanlarla birlikte acı çekmeyi öğrenemediğim için suçlumuyum? Cehenneme gitme konusunda’da hiç istekli olmadım. Kitabında Tanrı; bir çok şeyi yasaklarken, yarattıklarına intihar edenlerin cehennemlik, şehitlerin sorgusuz cennete gideceğini tebliğ ediyor. Eh inthar etmek isteyenlere buradan duyrulur… Ne işin var cehennemde.? Hak yolunda Cihad edenlere katıl şahaddet şerbetini iç cenetliksin. Bakmayın bana öyle, herkes ateist dese’de ben ateist falan değilim. Evrene, yaradılışına baktığımda Tanrıya, Peygamberlereine, ve meleklerine inanan biriyim. Sadece arada sırada’da olsa Tanrıya küsen bir çocuğum. Sorun zaten bende değil, ikiz ruhlarımda. Kendi kendileri ile daha hala savaş halindeler. Hemde bu güne kadar denenmemiş yollarla. Devamını oku

Benim Babam

Yazan: 21 Haziran 2015  
Kategori: Büyükada, Çockluğum

Ben ve Oktar

Oğlum Oktar’ı ilk kucağıma aldığımda, Baba olmanın hazzını tattım. Oktar’ın ilk kazasında bir Babanın oğlunun duyduğu acı karşısında  duygularının nasıl dibe vurabileceğini yaşadım. Yıllar sonra anladım, henüz geç kalmamıştım… Mutlu bir çocukluğum vardı. Küçük herkesin bir birini tanıdığı, herkesin birbirine dost olduğu, Büyükada’da Tepeköy gibi bir yerde büyüdüm. Gece yarılarına kadar sokaklarda oynardık. Sonrada eve gelip kaygısızca bırakırdık kendimizi uykunun kollarına.

Geleceği düşünmüyordum, geçmişim zaten yoktu. Ne yapmak istediklerim, ne varmak istediğim hedeflerim vardı önümde, ne de geride bıraktığım acılarım vardı geçmişimde. Tek kaygım o gün oynamaktan yetiştirmediğim ev ödevim, ve ya istediğim oyuncağın alınmamasıydı. Belki de ben çocukluğuma geri dönmek istiyorum… Oynaya zıplaya okula gitmek istiyorum. Yine arkamdan birileri, Memoş diye seslensinler istiyorum. Belki de hayata karşı sorumluluğum olmasın, istediklerimi elde etmek için biraz ağlayıp sızlamamanın yeterli olmasını istiyorum. Arkadaşlarımla akşama kadar, çimli, topraklı top sahasında oynamak istiyorum. Arkadaşlarımla kavga ettiğimde öfkemi unutup bir kaç dakika içinde onlarla gülüşerek oynamaya devam etmek istiyorum. Hem yeniden çocuk olmak istiyorum, bir o kadar da korkuyorum çocuk olmaktan. Geçmişe dönmek başka, geçmişi silmek başka. Devamını oku

Yaşamın getirdikleri

Yazan: 15 Mayıs 2015  
Kategori: Almanya

Nasıl bir şeydir biliyor musunuz? Bir bina düşünün, en üst katından, bir köprüden, yada daha yüksek bir yerden, aniden aşağıya itiliyorsunuz. Hemde aşağıya atlamak gibi bir isteğiniz yokken. O sırada görülmeye değer bir manzarayı veya yıldızları seyrediyorsunuz. Kayacak bir yıldızın hemen ardından dilek tutmak için çabalarken, aniden aşağıya itiliyorsunuz.

Sonlara doğru Rakı ve çay

Sonlara doğru Rakı ve çay

Hızlıca aşağıya düşüyorsunuz, ne sizi tutan bir el nede tutunabileceğiniz bir ip var! Hızlıca düşüyorsunuz… Düşmenin sonunda yere ne kadar hızlı çarpacağınız, ve kaç parçaya ayırabileceğinizi kestiremeden. Düşmenin verdiği korku, o kadar esir almışki sizi, bir türlü hesaplayamıyorsunuz. Düştükten sonra neler olabileceğini’de kestiremiyorsunuz, düşündüğünüz tek şey düşerken, neden ben?
Uzun zamandır yazmadığımı fark etim… Yeniden bir şeyler yazmak zor geliyordu. Yazıp yarım bıraktığım yazılarımı açıyorum. Ellerim klavyenin üzerinde bir şeyler yazıp, tekrar kayıt bile etmeden kapatıyorum. Bu durumu günde en az bir kaç kere tekrarlıyorum. Beni bu hale ne getirdi? Ve neden bu durumdayım bilemiyorum. Kelimeleri cümlelerle ifade edemiyorum. Bunun sebebini muhakkak bulmalıyım. Yazı yazamamamın suçlusu tabiki ben olamam. Kendimden kaynaklandığına inanırsam, yapamadığım diğer işlerde olduğu gibi suçu kendime yüklersem, kalkamam düştüğüm yerden. Bir suçlu bulmalıyım. Devamını oku

Anneme ilk mektubum

Yazan: 10 Mayıs 2015  
Kategori: Bir Ömür dört Yaşam

Canım anam bu Anneler gününde aslında yanına gelip ellerinden yanalkarından öpmeyi planlamıştım. Biliyorsun bu Tardu’nun inadı aynı sen.

ANNEM BİR YIL ÖNCE

VİDEO İZLEMEK İÇİN TIKLAYINIZ

Bir türlü gelmeme izin vermiyor. Anlıyacağın bu inatçı torunun’un beni göndermeye pek niyeti yok. Eee tabi etme bulma dünyası; Ben sana ne yaptıysam aynı taktiği bana uyguluyor. Ah be Anacığım! gidişinin üzerinden pek fazla zaman geçmedi. Gene kıyamadın bana, kabuslar içinde uyurken uyandırdın beni uykumdan. Bu arada şekerine kavuştun. Umarım her şey yolundadır. Bu mektubu bu gün mecburen yazdım. Anneler gününü kutlamak için. Aslında telefon etmeyi tercih ederdim ama, sen yokmusun sen, giderken telefonunu bile vermedin bana. Birde öyle birden bire gittin ki seni tutmak neredeyse imkansızdı. Neyse benden kurtuluş yok bu sıralar böyle mektup kart falan idare edeğiz artık. Babam nasıl? iyidir inşallah. Hoş sen gittiikten sonra nasıl iyi olacaksa garibim. Bütün hurileri kovmuşundur yanından Ziya beyin…! Kıskanç kadın. Benim tarafımdan özür dile Babamadan seni daha uzun süre bu tarafta tumamız mümkün olmadı.
Anacığım bana bir haber etsen de, bende gelsem yanınıza olmazmı? Bu tarafta işleri bitirdik nasıl olsa. Bilirsin hani çiçekmiş, böcekmiş, falan beni pek açmıyor. Eh çoluk çocuk desen hepsi yerli yerinde iyiler. Sen bana bir haber et orada  huriler nasıl? Devamını oku

Mutluluğun Resmi

Sabah’ın üçü henüz gün ağırmamış… Bu günlük bu kadar çalışma yeter diyerek yatıp yatmamak arasında gidip geliyorum. Aslında kitabımla ilgili, DSCF3214 - Kopiebiraz daha yazabilirim. Çalışma odamın penceresinden dışarıya bakıyorum… zifiri karanlık, hiç bir şey görünmüyor. Ormanın hemen kıyısında oturmanın böyle bir şey olduğunu çok uzun zaman önce öğrenmiştim. Hava kapalı, bulutlu hafiften bir yağmur çiseliyor… Yağmurun yağdığını bile göremiyorum… Sadece çıkarttığı sesten yağmur yağdığını anlıyorum. Odamın penceresi açık yağan yağmura rağmen dışarısının sıcaklığı açık pencereden hissediliyor. Bir mayıs küçük oğlum Tardu İsviçreden gelecek… Oktar ve torunlarım ailece tüm bir günü birlikte geçirecektik. Bahçede giril yaparız diye planlamıştık. Bu yağmur da nereden çıktı şimdi? Bahçe kapısından eve doğru gelen bir motor sesi ve ışık huzmesi, Tardu’nun bir sürpriz yaparak geceden gelebileceği fikri ile kapıya yöneldim. Park eden araba Tardunun arabasıydı. Devamını oku

Annemin son uçuşu

Yazan: 26 Aralık 2014  
Kategori: Bir Ömür dört Yaşam

21 Aralık 2014 TK 2565 20,30 Dalaman İstanbul Annemin son uçuşundaki uçuş numarası ve saati. Aslında geriye dönüp baktığımda Annem tüm yaşamında bu son uçuşunun dışında üç kere uçakla seyahat etmişti.

Annemin vefat ettiği bakımsızlık evi.

Annemin vefat ettiği bakımsızlık evi.

Uçak ile ilk yolculuğu, İstanbul Nürnberg İstanbul’du. İkinci uçuşu İstanbul Kıbrıs İstanbul Üçüncüsü İstanbul Dalaman İstanbul’du. Ve kader Annemin bu son dördüncü uçuşunda tek yön Dalaman İstanbul olarak uçması için örmüştü ağlarını. Tabutunu İstanbul THY kargo binasından teslim alıp Karaca Ahmet mezarlığının morguna getirdiğimde gün pazartesiye dönmüş saat 01,30 u gösteriyordu. Annemin na’şını morga yerleştirebilmek için tabuttan çıkartmamız gerekti. Eğreti kapatılmış tabutun kapağını kaldırdığımda gördüğüm manzara kendimi kaybetmeme yetti de artı bile ’’EMPATİ Bakımevi ve Rehabilitasyon merkezi. ’’Annemin üzerindeki bluz ve ayağındaki pijamasını görür görmez 16.12.2014 tarihinden bu güne kadar kıyafetlerinin değiştirilmediğinin farkına vardım. Devamını oku

Annemin küskün aramzıdan ayrılışı

Yazan: 20 Aralık 2014  
Kategori: Adapazarı, Bir Ömür dört Yaşam

Güneşin hakimiyetinde hayallerimin benden önce koştuğu bir yolculuğa çıkmıştım. Ayvalıktan uzaklaştığım her kilometrede Anneme daha çok yaklaşıyordum. Annemin azarlamasını özlemiştim. Onunla beraberken onunda çok uzun zamandan beri çocukça davrandığını unutup çocuklaşabiliyordum. Annem arzu ve isteklerini sıraladıkça ben daha baskın çıkıp daha çok çocuk oluyordum. Bornova’ya geldiğimde devlet dairelerinin saat on ikide kapandığının hesabını yapamamıştım. Anneme olan yolculuğumda bir süreliğine de olsa beklemek zorunda kalmış kısa bir süreliğine hayallerimden ayrılmış, günlük yaşamın Devlet dairelerindeki acımasız brokrasi uygulamalarının merkezinde buluvermiştim kendimi.

ANNEM BİR YIL ÖNCE

İki buçuk saatlik bir mücadelenin sonunda gerekli evrakları alabilmiştim. Üç hafta önce Fethiye’de Annemi bıraktığım bakım ve rehabilitasyon merkezine doğru devam edebilirdim. Hayatımızı yöneten en büyük iki duygu bana göre öfkem ve korku. Bir gün Melek bana dışarıyla olan tüm kavgamızın tüm öfkelerimizin nedeni anneme yeterince ilgi gösterememekten kaynaklandığını söylemişti. Herkeste böyle mi oluyor diye düşünmeden de edemiyordum. Mükemmel anneleri daha yüz metre öteden görür görmez tanıyabiliyordum artık. Duruşlarından, onların asil, gözlerinde hep bir sevgi seli, gizlemeye çalıştığı küskünlük durumu. Düştüğü zavallılığının üzerini örtmeye çalışması. Benim için mükemmel annem, kendi mükemmel ama çocukları hep sorunlu, bizler annelerini üzen çocuklarmıydık acaba? Devamını oku

Sonraki sayfa »