Benim Babam

Yazan: 21 Haziran 2015  
Kategori: Büyükada

Ben ve Oktar

Oğlum Oktar’ı ilk kucağıma aldığımda, Baba olmanın hazzını tattım. Oktar’ın ilk kazasında bir Babanın oğlunun duyduğu acı karşısında  duygularının nasıl dibe vurabileceğini yaşadım. Yıllar sonra anladım, henüz geç kalmamıştım… Mutlu bir çocukluğum vardı. Küçük herkesin bir birini tanıdığı, herkesin birbirine dost olduğu, Büyükada’da Tepeköy gibi bir yerde büyüdüm. Gece yarılarına kadar sokaklarda oynardık. Sonrada eve gelip kaygısızca bırakırdık kendimizi uykunun kollarına.

Geleceği düşünmüyordum, geçmişim zaten yoktu. Ne yapmak istediklerim, ne varmak istediğim hedeflerim vardı önümde, ne de geride bıraktığım acılarım vardı geçmişimde. Tek kaygım o gün oynamaktan yetiştirmediğim ev ödevim, ve ya istediğim oyuncağın alınmamasıydı. Belki de ben çocukluğuma geri dönmek istiyorum… Oynaya zıplaya okula gitmek istiyorum. Yine arkamdan birileri, Memoş diye seslensinler istiyorum. Belki de hayata karşı sorumluluğum olmasın, istediklerimi elde etmek için biraz ağlayıp sızlamamanın yeterli olmasını istiyorum. Arkadaşlarımla akşama kadar, çimli, topraklı top sahasında oynamak istiyorum. Arkadaşlarımla kavga ettiğimde öfkemi unutup bir kaç dakika içinde onlarla gülüşerek oynamaya devam etmek istiyorum. Hem yeniden çocuk olmak istiyorum, bir o kadar da korkuyorum çocuk olmaktan. Geçmişe dönmek başka, geçmişi silmek başka. Devamını oku

Zaman Tüneli

Yazan: 16 Nisan 2012  
Kategori: Büyükada

Hatırladıkça kederleniriz, gülümseriz.  ; “Kırk yıl geçmiş aradan ayrı ,ayrı bitsin artık buluşalım deriz…

14 Nisan Büyükada Film

” Umudun sönmediği ama tükenme noktasında olur insan dinlediğimiz şarkıları  dinlerken

“Kırk yıl geçti…” Dile kolay kırk yıl geçmiş aradan, kimi zaman yaşamın meşakkati, kimi zaman mesafelermiydi bizleri ayıran.Aslında hiç biri değildi. Biz baştan kaybetmeye mahkum  edilmiştik sanki yaradan tarafından. O kadar genç ve bir okadar masumduk’ki, kaderin bizlere   oynadığı oyunun farkında bile değildik. Kendimize geldiğimizde ise çoktan kaybetmiş, yitirmiştik birbirimizi.

Yola çıktığımda kırk yıl görmediğim kaybettiğim can dostuma bir an önce kavuşabilmek, gözlerinin içine bakabilmek duygusu kaplamıştı yüreğimi. Dinlenmek mola vermek gibi hayati gereksimleri bile unutmuş sadece yola konsantre olmuştum. Sorsalar bu gün nerelerden hangi yollardan geçtiğimi bilmiyorum.

Globalleşen dünyamızda iyi diyebileceğim tek şeyin: izlerini bir şekilde kaybettiğim arkadaşlarımı bulmak olmuştu. Beynimin bir köşesinde hapsettiğim anılar yavaş yavaş renklenmiş,  resme dönüşüyordu gözlerimin önünde.  Kalan ömrümü nasıl geçirmem konusunda bir karar verememişken yaşam çizgimde bana mutluluk vermiş ne varsa arayıp bulmalıydım. Bir şekilde  yüzleşmeliydim geçmişimle. Anılar, dostluklar, Aradaşlıklar uzun zamandan beri hapsettiğimiz hatıralar salıverilmeliydi hapsedildikleri hücreden. Ne kadar da çok şey bırakmışım meğerse arkamda farkında olmadan. Devamını oku

O Çocuğum ben

Ahmet’in arşivinden çıkartıp, görselimize sunduğu resimlere bakıyorumÇocukluğumuz’da sahip olamadığımız   fotoğraf makinesinin ne kadar iyi bir yol arkadaşı olduğunu yeni, yeni keşfediyorum. Kaybolmuş anılarım canlanıveriyor birden bakarken siyah beyaz resimlere. Renkleniyorlar göz bebeklerimde. Çoukluğumuzun Futbol sahası, aramızda yaptığımız maçlar; resimler siyah, beyaz renklenerek  canlanıyor sanki.

Kaleci, oyuncu kavramı vardı. Takımların genellikle iyi oyuncuları bu kutsal göreve kendilerini adarlardı. Ben hep kaleci olarak yer alırdım sahada. Bir topu tutmak için kendimi yerden yere atıp kolumu, dizimi parçalamayı göze alırdım. Amaç arkadaşların beğenisini kazanamaktı.

Devamını oku

Hayat Dediğimiz

Yazan: 20 Mart 2009  
Kategori: Büyükada, Gençliğim

Kimi sevsem, bir şekilde onu kaybettiğimi düşünür olmuştum. Hayat hiç sormadı’ki  bana.! Ne düşündüğümü,neler hissettiğimi. Umudum, sıkıntıya odaklanmak yerine hayatımın tümüne, geçmiş ve geleceğe, tüm duygularıma ve tüm düşüncelerime yönelerek bakış açımı genişletmekti. Bazen sıkıntılarımı  o kadar merkeze alırdım ki, hayatımın diğer sıkıntısız bölümlerini es geçerdim.‘‘ Bir sineği gözüne yaklaştıran insan bir süre sonra sinekten başka bir şey göremez olur.‘‘ derdi rahmetli Babam. Sanırım hayatta nereye baktığımızdan ziyade nereden baktığımız önemli.

Çocukluğum’da, Gençliğimde gördüğüm bildiğim annelerimiz çalışmazdı. Ev anahtarı taşımak adetlerimiz arasında değildi. Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım. Babamın bile anahtarı yoktu hatırmda kaldığı kadar. Annem evimizin bir parçasıydı. En fazla bir komşuya kahve içmeye  gider fazla oturmadan’da dönerdi. Okuldan eve geldiğimizde en büyük eğlencelermiz sokakta oyun oynamaktı. Sokakta oynamak kavramı vardı. Bu günkü gibi alış veriş merkezleri, çocuk parkları, gibi vakit geçireceğimiz yerler yoktu. Hoş bu durumdan hiç bir zaman şikayetçi olmamıştım. Çoğu zaman okul dönüşlerinde arkadaşlarla oyuna dalıp eve geç geldiğimiz çok olmuştur. Devamını oku

Özlüyorum Çocukluğumu

Yazan: 16 Nisan 2006  
Kategori: Büyükada, Çockluğum

Merhaba çocukluğum, sanadır bu mektubum.

Seni özlüyorum, çocukluğum..! Denenmiş her şeye rağmen çaresiz ve sessizce. Kızıyorum sonra sana, acıyorum. O kadar tutkuyla bağlı, o kadar vefayla sadık olmama rağmen, gidip dönmeyişine kızıyorum. Çok ani oldu, çok vakitsiz, çok gizemli. Bir veda bile etmedin ki. Henüz buna bir isim bulma kavgasındayken, terk edildişimi düşünüyorum. Bu sevgiye, bu bağlılığa, kendini layık göremediğin için acıyorum sana.

1950 Yılında ailemin üçüncü çocukları olarak dünyaya geldim. Hemde Annem ve babamın kız çocuk hayallerini paramparça ederek.

Ben pek hatırlamıyorum, üç yaşıma kadar, annem beni kız çocuğu gibi giydirirmiş. Rahmetli Dedem kendi adını okumuş kulağıma Mehmet Tevfik, bu sebepten dolayı olsa gerek, ne Annem ne de Babam dedemin sağlığında bir türlü, Mehmet ve ya Tevfik olarak çağıramamışlar beni. Dedemin yanında Memoş derlermiş. Bu Ad ile çağırılmaya okadar çok alışmışımki, birisi Mehmet veya Tevfik olarak adımı söylese, dönüp bakmazmışım. Üç yaşımdayken Dedemin Üsküdardaki evine yaptığımız bir bayram ziyaretinde, Dedem beni alarak Yeni mahalledeki berber Manola götürüp saçlarımı kestirmiş. Hatırlamıyorum;  böyle anlatırlar. Çok üzülmüş ve ağlamışım. Omuzlarımdan aşağı dökülen, lüle, lüle saçlarım, kolalı kurdelemi hiç hatırlamıyorum, sadece resimlerde görüyorum kendimi… Düşündükçe  seni,  sana imrendiğim de oluyor.

Hani yeni alınan bir oyuncağa kanıp, daha önce alınmış bütün oyuncaklarını gözden çıkarırdın ya. Zaten sadece bir çocuk kendisine yeni bir oyuncak alındığında, eskisini gözü görmez olur. İnanın dostlar,  değer bilmezlik çocuklara özgüdür. Bunu en güzelinden, en uysalından yaşayabiliyordum. Oysa ben, seninle olduğum günler gibi, birçok kez hayatımı sıfırlamayı düşündüm. Herşeyi yıkıp yeniden başlamak; alşkanlıklarımı, duygularımı, hayatıma eşlik eden her objeyi, her nesneyi, her bireyi tamamen değiştirmek.

Öyle pek fazla oyuncağım’da zaten yoktu. Ağbimlerden kalan kurşun askerler arkadaşlar arasında oynadığımız misketlerim, kafa karış gibi oyunları  hatırlıyorum. Arkadaşlarla oynadığımız yakar top, saklambaç, çelik çomak, birdirbir  gibi oyunlar  hayal, mayal belleğimde duruyor hala. Devamını oku

YAŞAM BİR TİYATRO SAHNESİ

Yazan: 10 Haziran 2000  
Kategori: Büyükada, Gençliğim

Sırası gelirse rolümüzü oynarız. Sufle gelmezse doğaçlarız.

Yaşadığınız yer Büyük Adaysa yorucudur Tepeköyde oturmak. Nevruz mevki sokağından yokuşu inmek, çıkmak her defasında, kaldırım taşı döşeli yolda koşmak. Bisikletin olsada pek fayda etmez, arnavut kaldırımlı yollarda. Olmazsa olmazıdır Büyükadanın ya araba ya eşşek.

Yazdıklarım, yaşadıklarımın yerini alıyor. İnsan yazarken, yazdıklarını yaşadıkları sanıyor, zihnimin derinliklerinde uyuyan gizli düşünceler uyanıyor. Solmuş yok olmaya yüz tutmuş duygularım canlanıyor. Uzakta kalmış çocukluğum, gençlik anılarım yorgun yüreğimi acısıyla, tatlısıyla okşuyor. Ruhumda zaman zaman oluşan karamsar duygular unutuluyor, her şey güzel ve sevgiyle hatırlanıyor,çirkinlikler örtülüyor. Öyleyse, burun kıvırmadan bu mutluluğun tadını çıkartmalıyım. İnsan bu kadar yaşadıktan sonra, gelecek günlerden çok az şey umuyor gönlü avuntuya, yeniliğe muhtaç. Devamını oku

Babam ve Annem

Yazan: 02 Mart 1998  
Kategori: Büyükada

Teyzemin Eşi Ramazan enişte hali vakti yerinde Kartal-İstanbul’da yaşayan iş yapan büyük bir zahire tücarı. Babamın anlatımlarından, Alman harbinin bitimi ile 1945 yılında bacanağının israrı ile Büyükadaya yerleşmiş  zahirecilik yapmaya başlamış. Daha sonraki yıllarda  işlerini büyütsede Bu ilk işinden dolayı Büyükadada Arpacı Ziya olarak isim yapmıştır.
Evet ben 14. Nisan1950 yılında, Büyük ada Tepeköy Nevruz Mevki 7 Numaralı evde, arpacı Ziya‘nın en küçük çocuğu olarak Zeynep Kamil hastahanesinde dünyaya gelişim. O tarihlerde Büyük ada‘da bir sağlık ocağı varmış bu sebepten Annem bir süre doğuma kadar dedemlerde kalmış. Doğuma oradan gitmiş. Babam ve Annem üçüncü çocuklarının kız olmasını o kadar çok istemişler ki, o dönem bana kız elbiseleri giydirmişler. üç yaşıma kadar ki tüm Resimlerim kız çocuğu kıyafetleriyledir. Dedem 1953 yılında Üsküdarda‘ki evimize yaptığımiz bir bayram ziyaretinde, beni yeni mahalledeki berber Manola götürüp saçlarımı kestirtmiş.  Çok üzülüp ağladığımı söylerler. Ben hatırlamıyorum. Zaten Dedemin adını taşımamdan dolayı ailemde beni ismimle çağıramazlardı; dedeme karşı yapılabilecek bir saygısızlık olarak kabul göreceğinden ( Memoş ) derlerdi.
Neredeyse ben bile gerçek adımın  bu olduğunu düşünmüşümdür. Bütün çocukluk arladaşlarım beni Memoş olarak çağırırlardı tabi ailem her koşulda başka bir  şekilde çağırmaları mümkün değildi Rahmetli dedemin vefatinden den sonra yavaş yavaş arada bir Mehmet demeye başladılar. Beni tüm hayatı boyunca Tevfik Olarak bir okul müdürümüz Sayın Süleyman Nuri Öz bir de çok sevdiğim bayan bir arkadaşım  anmıştır. Daha sonraları bazen  Mehmet  bazen Memoş  diye çağırılardı aslında uzun zamandan beridir M.Tevfik olarak yayınlıyorum yazılarımı. Büyükada’da ki arkadaşlarımda herhalde beni  Memoş olarak hatırlıyacaklardır kim bilir belki içlerinde Mehmet Tevfik adını bilmeyen çoktur.

BÜYÜKADA`DA BİR GÜN

Serin, rüzgarlı bir sonbahar Sabahı Bostancıdan kalkan ada vapuru hafiften esen lodosa karşı direnircesine yol alırken Büyükadaya Tarih kitaplarının sayfalarında gezintiye çıkmış, satırlarında seyahat eden her kelimesini, her harfini yeniden yaşayan bir kitap kurdu gibi baştan başlayıp o günleri hayal ediyor, o günlerin havasını teneffüs ediyor; geçmişi, gün gün, saat saat, dakika dakika yaşıyor buldum kendimi. Sanki geçmişe yolculuğa çıkmıştım. Bu Adada kim bilir bizlerden önce kimler yaşadı? Kimler gelip geçti? Acılarıyla, kederleriyle, neşeleriyle, sevinçleriyle, hüzünleriyle nice mutluluklar gördü kim bilir? Dile gelseler de anlatsalar Artık hepsi mazide kalmıştı. Zaman içerisinde her şey unutulmuş, unutulmayanlar ve insanların hatıralarını süsleyenler ise tarihteki yerini almış ve yahut alacaktı. Devamını oku