YAŞANASI KILMAK HAYATI

Yazan: 17 Temmuz 2024  
Kategori: Yayınlanmış yazilarım

Kantara vurmak bu hayatı, yaşanası kılmak. Saklanmışları aramak belkilerde; günümüzde bir nefes sahne tozu yutmak uğruna anlamak bu sevda’yı. Sebebi her neyse yaşam biçimidir sahne hayatı.

Tiyatro yalnızca bir olay değil, bir yaşam biçimidir! Hepimiz birer aktör, yani aktif oyuncuyuz; vatandaşlık toplumun içinde yaşamak değil, Sahnede  oynayanla izleyen arasında yakın, sıcak bir iletişim kurmaktır.

Tiyatro yaşamın bir parçasıdır. Yaşamı sergiler…

Yaşama sevincini yaratır. Geçmişi, günümü zü, geleceği anlamamıza yardımcı olur. Tiyatro; Sorunlarımıza ışık tutar. Tiyatro, insanlar arasında halkın içinden doğmuş bir sanattır. Tiyatro hep iyiden, güzelden hoştan yana olmuştur. Tiyatro insanları eğitir. Eğitirken düşündürür.

Tiyatro insanlara beraber gülmek, beraber ağlamak, beraber düşünmek gibi insanca duygular aşılar.Ülkemizde tiyatro ile ilgili ilk ulusal bildiriyi, yaşamını Türk tiyatrosuna içtenlikle adamış olan Muhsin Ertuğrul yazdı. Dünyada ilk tiyatro olayının nerede, nasıl başladığı kesinlikle bilinmiyor, Araştırmacılar; tiyatronun ilkel insanların av dönüşü vurdukları avın çevresinde sevinç ve heyecan sesleri çıkararak dans etmelerinden doğduğunu anlatırlar.

Daha sonraları topluluk halinde yaşamaya başlayan insanlar yılın belirli günlerinde, belirli bir yerde toplanmaya başladılar. Bu toplantıda içlerinden bir kişi yüksekçe bir yere çıkarak güldürücü öyküler anlatır, taklitler yapar, şarkılar söylerdi. Bu tür oyunlar zamanla şenlikler geleneğini oluşturdu. Bir süre sonra tiyatroda kişiler ikiye, üçe çıktı. Daha canlı, daha ilgi çekici konular bulundu. Böylece oyunlar, sanat niteliğine kavuştu. Tiyatro da meslek haline geldi.

Tiyatro yaşamın bir parçasıdır. Konusu bakımından harekete, konuşmaya, bazen de müziğe yer verilir. Bu nedenle tiyatro güzel sanatların en ilgi çekici kollarından biridir.
Tiyatro oyunculuğu özel eğitimi gerektiren bir meslektir. Her nekadar ülkemizde alaylı olarak adlandırılan usta çırak ilişkisi ile başlayan bu sanat dalı günümüzde Tiyatro öğretimi konservatuar denilen okulda yapılır. Tiyatro; yazarların dram, komedi, trajedi türünde yazdıkları eserlerin sahnede oynanması sanatıdır. Tiyatro gösteri sanatı olarak tanımlanır.

Belli başlı türleri hakkındaki bilgileri bir dahaki sayımıza sakladım.

Hoşca  ve sağlıklı kalın

       Mehmet Ulay

Bu Gün Doğduğum gün

Özlüyorum Çocukluğumu

Merhaba çocukluğum, sanadır bu mektubum.

Seni çok çok özlüyorum, çocukluğum..! Denenmiş her şeye rağmen çaresiz ve sessizce. Kızıyorum sonra sana, acıyorum. O kadar tutkuyla bağlı, o kadar vefayla sadık olmama rağmen, gidip dönmeyişine kızıyorum. Çok ani oldu, çok vakitsiz, çok gizemli. Bir veda bile etmedin ki. Henüz buna bir isim bulma kavgasındayken, terk edildişimi düşünüyorum. Bu sevgiye, bu bağlılığa, kendini layık göremediğin için acıyorum sana.

1950 Yılı Nisan’nın 14 dünde Üsküdar Zeynep Kamil çocuk hastahaesinde ailemin üçüncü çocukları olarak dünyaya gelmişim. Hemde Annem ve babamın kız çocuk hayallerini paramparça ederek. Ben pek hatırlamıyorum, üç yaşıma kadar, annem beni kız çocuğu gibi giydirirmiş. Rahmetli Dedem kendi adını okumuş kulağıma Mehmet Tevfik, bu sebepten dolayı olsa gerek, ne Annem ne de Babam, Dedemin, Babaannemin sağlığında bir türlü, Mehmet ve ya Tevfik olarak çağıramamışlar beni. Dedemin, Babaannemin  yanında Memoş derlermiş. Bu Ad ile çağırılmaya okadar çok alışmışım’ki, birisi Mehmet veya Tevfik olarak adımı söylese, dönüp bakmazmışım. Üç yaşımdayken Dedemin Üsküdardaki evine yaptığımız bir bayram ziyaretinde, Dedem elimden tutarak beni Yeni mahalledeki berber Manola götürüp, saçlarımı kestirmiş. Hatırlamıyorum;  öyle anlatırlar. Çok üzülmüş ve ağlamışım. Omuzlarımdan aşağı dökülen, lüle, lüle saçlarım, kolalı kurdelemi hiç hatırlamıyorum, sadece resimlerde görüyorum kendimi… Düşündükçe  seni,  sana imrendiğim de oluyor. Şaka ile karışık kız olsaymışım bayağı can yakarmışım herhalde.

Hani yeni alınan bir oyuncağa kanıp, daha önce alınmış bütün oyuncaklarını gözden çıkarırdın ya. Çok çabuk küser çok da çabuk barışıdın. Zaten sadece bir çocuk kendisine yeni birinle olduğu günlerde’ki  gibi, birçok kez sorgulamıştır.

Hayatımı sıfırlamayı düşündüm’mü? Bilmiyorum daha doğrusu hatırlamıyorum. Herşeyi yıkıp yeniden başlamak; alşkanlıklarımı, duygularımı, hayatıma eşlik eden her objeyi, her nesneyi, her bireyi tamamen değiştirmek. Öyle pek fazla oyuncağın’da zaten yoktu. Ağbimlerden kalan kurşun askerler arkadaşlar arasında oynadığımız misketlerim, kafa karış gibi oyunları  hatırlıyorum. Arkadaşlarla oynadığımız yakar top, saklambaç, çelik çomak, birdirbir  gibi oyunlar  hayal, mayal belleğimde duruyor hala.

Beş yaşımdaydım unutmadığım anılarımdan biri olarak anlatabilirim; Babam siyah bir jip getirmişti ileri geri ittirilen pedalla çalışıyordu farları bile yanıyordu Evimizin bulunduğu sokak Tepeköyde Nevruz  Mevki  sokağı baştan sona beton dökülü,  burada jipime binebiliyordum. Çocukluğumdan hatırladıklarım arasında hep benim için özel olanlardı Altı yaşında ilkokula başlayacağın yıl Babamın eve getirdiği Tay Memmoş için çok özeldi; Adını Atlas koyduk annesi ölmüş ve arka bahçemizde Babamın yaptığı bir barakada kalıyordu Şişe biberonlar ile besliyor tüm günümü onun yanında geçiriyordum. Denize falan kaçmadığım için, kapımızın önündeki çam ağacına  zincir le bağlamıyorlardı artık beni.

Ama insan deneyimlerini değiştiremez ki. İnsan, deneyimlerinin ürünüdür hatta. Ve ben her günden, her doğan yeni güne doğru sürükleniyorum sadece. İşte bu noktada imreniyorum sana. Erdemli olmalıyım, yapamıyorum senin gibi. Beynimde ardı ardına soru işaretleri çoğalıyor sonra. Örümcek ağını oluşturmaya başlıyor  ves vese! Çocukça.

Hep bir zan altında kalmak, hep bir ahmaklık. Acaba benimleyken beni hep denedin mi? Sana diyorum çocukluğum, yanımdayken hep kullandın mı beni? Bu mevcut halime sen mi sürükledin acaba? Saçmalıyorum her zamanki gibi. Boş ver, boş ver söylediklerimi. Seni sorgulayacağıma, seni sana şikayet edeceğime, geçirdiğimiz güzel anıları yazmalıyım. Tellere takılan uçurtmamızı, nur yüzlü Babaannemizi anlatmalıyım. Biliyor musun? Sen gidince Atlas‘ ta gitti, Babaannem de beni terk etti. Bildiğim masallarda  kayboldunuz. Sanki, yer yarıldı da içinde yok oldunuz. Çok sonraları babaannemin durumundan haberdar oldum. Babam anlattı bana. Babaannem uçmağa varmış. Hatta mezarına götürdüler. Üşüyormu diye düşündüm!  Gördüm ki  senden hiçbir iz kalmamış. Teker teker okudum mezarlıktaki taşların üstüne yazılmış isimleri. Benim adımda yazılıydı, ama ben biliyordum o ben değildim; Dedemdi orada yatan. Daha sonraları sen terkettin onları en sevdiğin arkadaşlarını; istemi’yi, Bumin’i, Nesrin’i, Gülin’i,  İrfan, Fikret, Nur, Erkan, Engin, Fikret, Maki, Niki, Ömer, Haçik, Hasan (Yamyam) ve daha nicelerini.  aslında onlarda teketmişlerdi Memoşu. Hemde bir veda bile etmeden,  öğrenemeden sebebini.! Geçen sabah içim geçmiş, sersem gibiyim. Gene hatırladım seni. Vurdum duymazlığını, gülümseyişini hatta hıçkıra, hıçkıra ağlamalarını. Bazen seni çok özlüyorum çocukluğum. Şımarıklığın bile, bu gün çok sempatik görünüyor gözüme. Gözlerim doluyor ama akmıyor yaşlar yüzüme, ağlayamadım işte. İçimden bir ses ayıplıyordu belki seni . Yok, yok! İtiraf etmeliyim. İçimdeki ses değildi ayıplayan, sadece basit bir sesten ibaretti. Tamda beni terkettiğin, bir daha geri dönmeyeceğini söylemeden, en ufak bir haber vermeden gidişindi. Ne kadar çok özledim seni, ne kadar bağırsam, ağlasam da nafile. Mektuplar yazdım göndermek için yeni  adresine. Bir adresinin olmadığını anladığımda, farkına vardığımda kızıyor, öfkeleniyordum kendime. Dört elle sarıldım, senden sonra daha yeni Tanıştığım, kaynaştığım ergenliğime, belkide hayatımın ikinci  bölümüne… Kim bilir yeni yeni başlamıştı gençliğimin ilk belirtileri. Belkide ilk defa biri ile ilgilenmek, anlayamadığım duygular ile tanışmak ‘da vardı  kaderimde. Tepeköy den elimde indirdiğim  kaykaylarım belkide ilk defa benim sayemde tanışmıştı Büyükadayla.  Öğrenene kadar  bir çok yerimi incitmiş ve yaralanmasına sebep olmuştum.  O kaykaylar sayesinde yakınlaştığım belkide ilk defa farklı duygular ile tanışmama sebep olan arkadaşımın’ da düşmelerine şahit olmuş derinden üzülmüştüm. Çocukluğumu tamamen kaybettiğim yıllar’dı,  bir daha unutamadım,  Çok geri dönmek istesem de olmadı. Bırakın dönmeyi bir adrssi bile yoktu. Yeni tanıştığım ergenliğimin, getirdiği yeni duygular hennüz yeni yeni anlaşılmaya başlamışken Ailecek Adadan Ayrılacağımızın  haberi Çaresizliğimin son sahnesiydi.

Üsküdara taşındıktan sonra Hudora Marka  kaykaylarımı bir daha kullanmak nasip olmadı. Çocukluğumun son dönemlerinde  Ergenliğimin başlarında neyim varsa kaybbetmiş gibi hissetmenin ağarlığını nasıl taşıyacağımı bilemedim…

YAŞAM DEDİĞİN ASLINDA BİR TİYATRO SAHNESİ

Yaşam dediğin aslında bir Tiyatro sahnesinden ibarrettir. Sırası gelirse rolümüzü oynarız. Sufle gelmezse doğaçlarız.  Yaşadığınız yer Büyük Adaysa yorucudur Tepeköyde oturmak. Nevruz mevki sokağından yokuşu inmek, çıkmak her defasında, kaldırım taşı döşeli yolda koşmak. Bisikletin olsada pek fayda etmez, arnavut kaldırımlı yollarda. Olmazsa olmazıdır Büyükadanın ya araba, At , ve  yahut eşşek.  Bisiklet bile yaramaz işe.

Yazdıklarım, yaşadıklarımın yerini alıyor. İnsan yazarken, yazdıklarını yaşadıkları sanıyor, zihnimin derinliklerinde uyuyan gizli düşünceler uyanıyor. Solmuş yok olmaya yüz tutmuş duygularım canlanıyor. Uzakta kalmış çocukluğum, gençlik anılarım yorgun yüreğimi acısıyla, tatlısıyla okşuyor. Ruhumda zaman zaman oluşan karamsar duygular unutuluyor, her şey güzel ve sevgiyle hatırlanıyor, çirkinlikler örtülüyor. Öyleyse, burun kıvırmadan bu mutluluğun tadını çıkartmalıyım. İnsan bu kadar yaşadıktan sonra, gelecek günlerden çok az şey umuyor gönlü avuntuya, yeniliğe muhtaç.

Yazdıklarımı başkalarının gözüyle okumak, onların sesinden dinlemek şaşırtıcı ve güzel sanki bana ait değilmiş gibi geliyor. Bir resim beliriyor gözlerimin önünde kırık bir aynaya bakar gibi, parçalanmış aynalara benziyor gönlüm. Sanki bir balık ağına ağına yakalanmış yıllar, unutulmuş anılar dağarcığımda. Sonra esen bir lodos rüzgarı, silip süpürüyor ruhumda kalan tozları. Daha çok netleşiyor görüntüler. Onu hatırladığım zaman, asıl canımı yakan unutmuş gibi davranmam değil mi? Ne seni unutturacak kadar zaman geçecek bu aşkın üzerinden nede geçen zaman seni unuturmaya yetecek. Bırakıp gitmiş olsanda, sakın unuturum sanma, zaman sensizliğe aIışmayı öğretir Ama; unutmayı asIa.

Hayatımdaki aşkları, sevileri, Dostlukları kalıcı olması gerekli anıları bile, hep geçici sanmıştım. Tekrar yaşamak için geriye dönmedi zamanım. Şimdi her şey için ne kadar da geç kaldım. O an, her zamankinden daha güzeldi. Açmış kollarını uçacak bir kuş kadar narin, Sedefe bakıyor, neyi bekliyorduk‘ki? Gökyüzü ile deniz arasına sıkışmış güneşin ışıkları, dalgalarla oyun oynuyor. Bizi anlatan şarkıları beraber dinlerdik, yolumuzu sonsuzluğa doğru çizecektik, söz vermiştik çocukça. Kumsala serilmiş ruhum, ayaklarıma çarpan dalgaları hissediyor. Nasıl bilebilirdim,buranın her şeyin başladığı ve bittiği yer olduğunu.

Kim beni onun elinden aldı, onu benim elimden, umurumda değil. Aşındırdığım kaldırımlarına bu Adanın ne söyleyebilirim? Ancak, huzursuz, neşesiz oturup bekleyebilirim. Tutkuyla kanatlanmış, kalbimi çarptıran, sonra bir kayaya çarpmış gibi bu sevgi değil mi beni yaşamaktan alıkoyan? Artık gözlerimin önünde beliren resimlerde bulanık, beni yalnız bırakmalarını söylüyorum dinlemiyorlar. Belki de bir hayal, herkesin gördüğü ve acı çektiği. Her şey biz insanlar için değil mi? Ben kendimle konuşuyorum, bendeki seni anlatıyorum. Sen başın bana dönük, elimde ellerin, yüzünde mutlu bir ifade bakıyorsun. İnanırım içinden şarkı söylüyorsun sessizce arada bir gözlerini açıp dışarıdaki gecenin koyu maviliğinde. Sanki içimden geçenleri duyuyorsun. Belki‘de öyle olmasını diliyorum kendimce. Elinden tutup, çayırlarda koşmak istiyorum seninle. Kelebekler gibi dansetmek yemyeşil çimlere karışmış papatya, gelincik çiçeklerinin üzerinde. Sonra Hiristosta bir ağaç gölgesine sığınıp, günah işlemek gözlerinin içinde.

Cessur mert çok da zeki. İyi biri ama ayak uyduramıyorum ona. Şartlandırıyor, kasıyor, yontuyor bazen kısıtlıyor, değiştirmeye çalışıyor beni. Anlayacağın, gençliğim aşıyor beni. Büyük adadaki gençlik yıllarım. Her şeyimi paylştığım Leyla Dıplanzade Ablam bile  çaresiz!

Türkiyenin diğer şehirlerini gördükten ve yaşadıktan sonra kıymete bindi Doğup büyüdüğüm Büyükada. Her ne kadar kış  aylarını maduriyet ayları olarak tanımlasamda Bu gün orada yaşadığım her güne şükrediyorum. Arkadaşlarımın bir çoğunu bu gün görsem tanıyamam herhalde, onlar içinde aynı şeyler geçerlidir. Fikrimin her şeyime karışması, her şeyde bir karara varması korkutuyor beni. Oysa kararsız kalmak lazım bazen, yaşayıp görmek için musibetleri. Bazen bir kahin gibi, seninle yaşadıklarımızdan da, geleceğimden de iyi, güzel  şeyler temmeni etmeliyim . Tabi bu bir az da şüpheli olsa da vaz geçmemek lazım hayallerden.

Acaba sallıyor mudur? Sallıyor da tutturuyor mudur? Bunun cevabınını alamıyorum. Üzmüyorum, değil mi seni? Umuyorum ki sıkmıyorum canını. Gayem bu değildi zaten, dile getirmek istedim sadece özlemimi. Seni çok özlüyorum. Babaannemim anlattığı masalları düşler gibi. Hastalandığımız gecenin sabahına kadar ateşler içinde sayıklar gibi. Seni çok özlüyorum çocukluğum. Eski resimlere baktığımda hatırımda kalan sadece hitab ettiğim gibi bazı arkadaşlarımın soy isimlerini ne yazık’ki hatırlayamıyorum.

Ümit, Fikret, Özkan. İrfan, Ömer, Haçik. Yamyam Hasan , Nesrin,  Çiğdem Düz, Hacer, Erkan, Engin Gürpınar, (Kızkardeşleri)Esin, Bumin, İstemi han Ulusoy, Joachim Saligmann,  Karlludwig Uzun, Gönül, Nur , Ali, Kemal (Derviş) Havadis, gibi arkadaşlarımı bu gün bile hayal mayal’de olsa hatırlayabiliyorum Sen keyfine bak, beni   merak etme, emi! Hem yalnız değilim artık, gençliğim var yanımda. Anlaşamazsak da yüce bir dağ gibidir arkamda. En azından koruyabiliyor, kollayabiliyor, bu şimdilik yeter bana. Çok uzun yıllar ayrı kaldım sadece  Ada gidişlerim iş icabın

dan değil.  Almanyadan, Türkiyeye, İstanbula bile geliş  en fazla iki günlük oluyordu. Bir şekilde bu sayfayı görürseniz ve Beni veyahut arkadaşlarımdan tanıdığınız varsa kendilerine bir şekilde ulaşmak isterim. bu yardımınızı esirgemeyiniz Lütfen. Biliyor musun? İlerde yanşlılıkla tanışacağımı anlattı bir gün bana. 

Dedim ya, sanki kahin. Gözlerim fal aşı gibi açılmasına rağmen, nedense inanmadım ona. Güya yaşlılık, her şeyden koruyacakmış beni. Bilginmiş, aydınmış, sevecenmiş. Pamuk gibi sakalları varmış bir de. Bir de sonu olmayan uzun bir yolculuk için hazırlık planları… Arkadaşlarımı göremedenmi? Kendileriyle bir türlü irtibata geçememenin sebeplerinide araştırıyorum…  Bir Ömür dört farklı yaşam, ortam herhalde ne demek istediğimi anlatıyordur. Büyükada’da başlayan yaşamım belkide orada huzur bulacak, hep öyle olmazmı…Dikilen tohum nekadar dallanıp budaklansada kökü neredeyse orada kurur yok olur nedense. Sahi bu konuda sen ne düşünüyorsun? Tanıyayım mı kendisini? Yoksa tanımaya kalmadan keseyim mi nefesimi?

Benimki de saçmalık işte. Sana yazdığım bu mektubu hangi adrese postalayacağımı bilmememe rağmen, bir de cevap beklemek saçmalık değil de nedir sanki. Herhangi birilerine mi okusam acaba? Belki kulaktan kulağa yayılarak varır sana. Ne malum, bir bakmışsın aynı yolla senden cevaplar gelmiş bana. Bunu umut ederek, sabırsızca bekleyeceğim.

Hissettin galiba, küçüğüm Memoş bana arkanı dönüyorsun. Biliyorum senin gözlerinin önünde beliren resimlerde bulanık, belkide sararmış sandıktaki yerini almış. Sardıkça bantı geriye, resimler daha da bulanık. Sahne hep aynı sahne. Suflede gelmiyor artık oyuncular yorgun kaybolmuş, tükenmiş ezberlerde. Ben kendi geçmişimi ararken kendimde seni buldum. Tekrarı oynanmayacak oyunun tozlu sahnesinde.

Zaten gençlikte  çocukluğumuzu   Büyüdüğümüzde gençliğimizi aramak  saçmalamak  kırkındansonra Bazen çocuk, bazen gençliğe heves etmek değilmidir bizleri yoran.

Seni çok sevdim çocukluğum, Gençliğim. Hoşça değil mümkünse hep çocukça kal.  Günün sonunda  zaten çocuk gibi oluyor ya insan  Anamdan bilirim.

 

 

Mehmet Tevfik Özkartal
Memoş

12.Nisan 2000

Türklerin İslamlaşması

Yazan: 27 Aralık 2022  
Kategori: Yayınlanmış yazilarım

Gök Tanrıya inanan Türkler Oguz Kaan Tanrıdan kut almış ”Yalvaç” yani ( Peygamber) Müslüman Araplar’ın Orta Asya’ya ulaşması ile binlerce yıllık inançlarını değiştirmek zorunda kalırlar. Türkler’le Araplar’ın ilk karşılaşmaları Kafkasya üzerinden Hazar Türkleri, Horasan üzerinden de Göktürkler’le olmuştur. Türklerin İslâmlaşması 300-350 yıl kadar sürmüştür. Oğuzlar iki asırda, Kıpçak Türkleri de 14. yy başlarında İslâmlaşmışlardır. Türkler Müslümanlığa eski inançlarını da taşıdılar. Sonuçta Türkün töresi ile ilgili bir çok konu Gök Tanrı inancı ile İslâm bir çok konuda eşleşiyordu. Aynen benimseme yerine kendi inançlarıyla harman edip yeni bir sentez oluşturdular. Bu sentez, Kuran daki Arap örf adetleri temizlenerek  İslâm’ın özü ortaya çıkartılmıştır. Türkler Horosandan başlayarak Hoca Ahmet Yesevî’nin bulunduğu İslâm’ın sufî yorumudur. Sufîlik, yâni Tasavvuf, İslâmiyet’in siyasal mücadelelere, hırs ve menfaate âlet edilmesine tepki olarak ortaya çıkmıştır. Türkler arasında İslâmiyeti, dinin şer’î kurallarını önemsemeyen, dini sufîce yorumlayan, halkın benimseyeceği adalet dağıtmak biçimde ifâde eden ve halkın eski inançları ile yeni dini kaynaştıran “sufîler” yaymıştır.9. ve 10. y.y. da Türkistan’ı, Andoluyu adım adım arşınlayan dedeler, babalar, atalar; tıpkı şaman dedeler gibi menkıbeler, nasihatler anlatan, halk üzerinde sevgi ve saygıdan kaynaklanan nüfuzları olan kimselerdi. Daha sonra bu dedeler, babalar göçlerin başında, uzun süren yolculuklar sonunda Anadolu’ya ulaştılar. Bunlar Anadolu’da, Rum elinde dede, baba, abdal ve gazi gibi ad ve unvanlarla Orta Asya’daki misyonlarını sürdürmek için dergahlar açtılar. Mevlana’lar, Hacı Bektaş Veli’ler, Ahi Evran Veli’ler, Abdal Musa’lar, Sarı Saltık’lar, Taptuk Emre’ler, Yunus Emre’ler bu coşkun ırmağın Anadolu’daki kollarıdır. Trakyadan Rumeline kadar, Arapistan dan Afrikaya kadar Dini İslamı yaymışlardır. Devamını oku

HİÇ BİR SUÇ CEZASIZ KALMAZ

Yazan: 22 Şubat 2018  
Kategori: Yayınlanmış yazilarım

Ben doğduğum günden beri Atalarım dahil olmak üzere bildiğim yedi göbek Türk oğlu Türküm. AKP genel başkanı gibi sonradan olma falan değilim ha. E Devlete girer seceremize bakarsın. Daha düne kadar Ortadoğu Projesinin eş başkanı olduğunu söyleyen, PKK terör örgütü ile masaya oturup pazarlıklar yürüten, PYD nin başkanı Mursiyi  ankarada kırmızı halılar sererek ağırlayan, Barzaniyi devlet başkanı gibi karşılayıp, ağırlayıp Ankaranın göbeğine bayrağını dikmesine izin veren,  Feto yandaşları ile el ele vererek TSK lerindeki vatansever paşaları tasviye eden, daha’da öteye giderek Bu davanın Savcısı olduğunu söylüyerek TSK lerinin kozmik odasındaki gizli bilgilerin CIA, FBI gibi gizli örgütlerinin eline geçmesine yol veren, Rıza Zerap aracılığı ile Bakanlarının hırsızlık, yolsuzluk yaptığını bildiğin halde onları koruyup kollayan. Amerikanın uşaklığına soyunarak, Orta doğu kuzey Afrika projesinin eş başkanlığına soyunan, Irak, Libya ve daha sonra Suriyenin parçalanmasına öncülük eden, Şam’da Emevi camiinde namaz kılma hayali ile dostun Esatı kalleşce arkadan vuran benmiyim?  Ey AKP sinin nin genel başkanı Sen herkesi kandırılabilirsin ama biz kanmıyacağız. Neden mi? Sizin kim olduğunuzu ne olduğunuzu önceleri bilemedik; kodlarınızı çözemedik. Bir zamanlar sizi baş tacı eden ben artık size inanamıyorum. Son üç yıldır  Türk Devletleri Teşkilatı falan derken biraz acaba mı diyerek yaklaşıyorum.  Yine mi Takkiye.

Çok yalan söylüyorsunuz çok. Bukelemun gibi renkten renge, Kılıktan kılığa girip çıkıyorsunuz.  Amerika, İsrael projesini tamamlamak  elinizden gelen herşeyi yapıyorsunuz. Ve yahut kandırılmaya müsait bir yapınız var gelen kandırıyor, giden kandırıyor.

Yanınızda ki danışman mı ne diyorsanız sizi kandırıyorlar farkında değilsiniz. Halktan koptunuz eskiden bir kaç kişi ile dolaşırken, Şimdi? Bir ordu ile geziyorsunuz. Türk halkının gözünden düştünüz. Meshepsel ayırımlara tevessül ettiniz. Sakın bizi yok saymayınız. Bizim Türk milliyetçiliğimiz İslamdan önce gelir. Biz heTaptuk Emrer şeyden önce Türküz. Kendimize öz, gelenek ve göreneklerimiz var. Hangi dine mensup olursa olsun Bizim için bir Türk hangi dinden hangi mezhepten olursa olsun, asırlarca Türkü arkadan vuran Arap Müslümandan daha kıymetlidir. Hoş bizim İslama inanışımız Hak kitabın Yüce Peygamberimiz Muhammet Mustafa ve Ehli Beyit yolunun  dışında hiç bir şeyi kabul etmez. TÜRK İSLAM düşüncesinin ise, tadına doyum olmaz. Ne demiş Tapduk Emre;

 

Sayın AKP genel başkanı Tek Devlet, Tek Bayrak, Tek Millet derken hangi devlet, hangi bayrak hangi millet? adlarını da da söyleyiverin de bilelim. Koca Devlet bahçeliyi bile kandırdınız ya pes vallahi. Dün Rabia, bugün İhvan diyorsunuz da dört parmak gösterip ne demeye getiriyorsun. Valla biz sizin Halifesi İngiliz Kraliçesi olan tarikatından değiliz, olmayacağızda. Biz Türküz Tarikat, Meshep falan bilmeyiz. Hak kitap, v Muhammed Mustafa, Ehli Beyit yolu  der uğruna can veririz. Gerisi safsata; Yani şahsa ait politika Devamını oku

EVET mi HAYIR mı

Yazan: 27 Şubat 2017  
Kategori: Yayınlanmış yazilarım

Bir TRT klasiği olan evet hayır yarışmasını sunan ‘’Erkan Yolaç’’ tanımayanımız varmıdır? “mehter marşıyla geliyorsunuz izmir marşıyla gidiyorsunuz, “öyle kafanızı emme basma tulumba gibi sallamayacaksınız” Ya EVET veya HAYIR diyerek cevaplıyacaksınız, diyerek başlardı programına. Dün geçmişten bir kaç programını izledim bir de ne göreyim Mehter marşı ile gelip İzmir marşı ile gidenlerin çoğu EVET diyerek gitmişler. Oh be. Devamını oku

Şimdi Araf zamanı

Bu dünya’ya yapayalnız, hiç bir şeyleri olmadan gözlerini açan milyonlarca insanı düşünün; Sanki bu dünya’ya gelmeyi kendileri istemişler gibi. Hatta hangi aile‘de doğmaya kendileri karar vermişler gibi.  Bebeklik çocukluk derken herkesin üzerine bir yük yüklenmiş. Bu gün ise hepsi aynı çıkmaz sokağın önünde tek başlarına durup, bakıyor, bakıyor ama yolun sonunu bir türlü göremiyorlar. İşin en kötüsü ise sorgulamıyorlar bile. Çıkmaz bir sokağın başında durup da yolun sonunu göremez mi insan? çıkmaz sokağın başına neden geldiğini çözmemişse sonunu‘da görmesi mümkün olmuyor tabi. Yaşam bir göz kırpması gibi geçip gidiyor. Bir bakıyorsun yirmilerindesin, bir bakıyorsun kırklarında, bir bakıyorsun ellisi altmışında. Bir de bakıyorsun ki uçmağa varmanın kıyısında… Bu gün beni bu yazıyı yazmaya iten nedeni anlatacağım… Yaşamın ne kadar kısa ve ne kadar anlamsız, boş olduğu fikri yine Tanrının nefesinden yaratılmış olmamda saklı. Kimsenin fazla vaktini almadan kısa kesmek istiyorum. Belki’de ilk defa haklı olarak yaradılışa aşırı öfkelenmiş, Tanrı ile aynı fikirde değildim. Tanrı ne diyor; ben seni ruhumdan yarattım us verdim ve inan sana şah damarından daha yakınım. Tamam o zaman peygamberlere neden ihtiyaç duydun‘ki? Yarattıklarınla direkt konuşabilirdin. Ben Tanrı olsam en azından öyle yapardım. Herkesin ayrı telden çalmasına izin vermez ilahi ahengin bozulmasına olanak tanımaz, yarattıklarımın acı çekmesine izin vermezdim. İnsanlarla birlikte acı çekmeyi öğrenemediğim için suçlumuyum? Cehenneme gitme konusunda’da hiç istekli olmadım. Kitabında Tanrı; bir çok şeyi yasaklarken, yarattıklarına intihar edenlerin cehennemlik, şehitlerin sorgusuz cennete gideceğini tebliğ ediyor. Eh inthar etmek isteyenlere buradan duyrulur… Ne işin var cehennemde.? Hak yolunda Cihad edenlere katıl şahaddet şerbetini iç cenetliksin. Bakmayın bana öyle, herkes ateist dese’de ben ateist falan değilim. Evrene, yaradılışına baktığımda Tanrıya, Peygamberlereine, ve meleklerine inanan biriyim. Sadece arada sırada’da olsa Tanrıya küsen bir çocuğum. Sorun zaten bende değil, ikiz ruhlarımda. Kendi kendileri ile daha hala savaş halindeler. Hemde bu güne kadar denenmemiş yollarla. Devamını oku

Hayalim Yeni dünyam

Yazan: 27 Ağustos 2015  
Kategori: Yayınlanmış yazilarım

DSCF3566

Sonunda alacağım

Hayal etmek yaşamaya başladığınızı anladığınız anda başlar ve ya yaratıcı olmak ile eşdeğerdir. Önce ne istediğinizi hayal ederseniz, hayal ettiğiniz şeyi istersiniz, hayal ettiğiniz gerçeğe dönüşür ve sonunda istediğinizi yaratırsınız. Bazen olmayacak şeyleri hayal eder, görür ve kendinize şöyle dersiniz. Neden? Nedensizdir aslında; insanın varoluş sebebidir hayal kurmak.  Ve kurduğu hayalleri gerçekleştirmek bunun için çabalamak, yaratmak, başarmak. Bu yaşamda başarılı olmanın sihirli sözcüğüdür hayal Kurmak. Başarısız olmak; unutulmaması gerekir ki başarının anahtarı, en azından bir kez başarısız olmak demektir. Her insan beyni düşünmeye başladığı günden itibaren hayal kurmaya programlanmıştır. Hayal kurmadan yaşamak, zaten yaşamın sona geldiğinin göstergesidir. İnsanlar başlarına gelenler için hep içinde bulundukları durumu suçlarlar. Ben durumlara inanmam. Bu dünyada başarılı olan insanlar hayal ettikleri konumu, durumu arayan ve bulamadıkları zaman onları yaratanlardır. İstediğinizi elde edemezsiniz, elde ettiğinizi istemek zorunda kalırsınız. Doğduğumuz gün… dönüşü ve kalkış saati belli olmayan yolculuğun, biletidir elimize tutuşturulan. Ben zengin bir aileden gelmiyorum, hatta hiçbir zaman çok paramız olmadı. Devamını oku

Bozca ada ve Kirie Dimitri

Yazan: 15 Kasım 2014  
Kategori: Yayınlanmış yazilarım

Çanakkale açıklarındaki Bozcaada eskiden Tenedos olarak anılırmış.

Yirmi, otuz kişilik küçük bir cemaatten oluşan Bozcaada

Yirmi, otuz kişilik küçük bir cemaatten oluşan Bozcaada

Bir zamanlar ağırlıklı olarak Rum nüfus bulunsa da, Osmanlı’dan beri Müslümanlar hep olmuş adada. Bozca adaya indiğinizde liman kısmı apartmanlarla kaplanmış, eski sokak dokusu tahrip edilmiş, taştan yapılma bağ evleri çökmüş, kiliseleri yıkıntıya dönüşmüş olsa bile otantik bir aksesuar gibi duran Rumları var Bozcaada’nın.

Yirmi, otuz kişilik küçük bir cemaatten oluşan Bozcaada Rumları, günümüzde turistik hayatın vazgeçilmez bir parçası. Rehberler büyük şehirlerden gelen turistlere, yoldan geçen bazı yaşlıları işaret ederek, Cenevizlilerden kalma kalenin duvarına tutunarak yürüyen matem kıyafetli şu yaşlı bayan bir Rum dur ve ya kahvehanenin birinde oturup kahvesini içen güler yüzlü elinde tespihli beyefendiler için efendim Rumlar burada çok eski zamanlardan beri yaşarlar diyerek bir hikâye yazıverirler. Daha hala liman‘dan yukarı doğru yürürken günümüzde bile yolun Türk ve Rumları ayırdığına şahit olursunuz. Yolun sağ tarafı Rum mahallesi sol tarafı Türk mahallesi olarak anılmakta. Ada nufusu Kirie  Dimitrininanlatımına göre kış aylarında 500 Zaman içinde adanın nüfus yapısı tamamen değişmiş. Rumların büyük bir bölümü daha doğrusu gençleri adayı terk etmişler. Oğlu ve torunları Yunanistanda Kavala şehrinde yaşamakta. Yaz aylarında kendisini ziyarete gelmektelermiş. Arada sırada’da Kirie Dimitri Devamını oku

Sorma nasıl olduğumu

Yazan: 26 Eylül 2014  
Kategori: Yayınlanmış yazilarım

Sorma bana bir daha nasılsın diye; kendimi bildim bileli düşünürüm; oezkartalİnsan dediğimiz varlık kaç ruh taşır bedeninde. Mesela yıllar sonra, bir şekilde, günün birinde ummadığımız bir yerde, zamansız bir şekilde onunla karşılaşırsam ne yaparım, nasıl davranırım?” diye. Uzun bir zamandan beri içimde bastırmaya çalıştığım, bazen görmezden ve duymazdan geldiğim, kendisinden kaçtığım bütün hücrelerime, düşüncelerime ve kişiliğime işlemiş ikinci bir kişilik, ve ya bir ruhun esiri gibi içimde yaşayan her neyse. Adını dahi koyamadığım bu ikinci kişiliğimle yüzleşmeli ve onunla yaşamayı öğrenmeliydim. Bunca zamandır geçen her yılın sonunda, içimde benimle çekişen bu şeyin bir yıl daha benimle yaşamış olduğunun analizini yaptım durdum. Basit gibi onu her hissetiğimde çektiğim acı ve heyecan ve bu duygunun son bulmamış olduğunun açık bir göstergesiydi. Devamını oku

Seçime beş kala Adı Özgürlük

Yazan: 14 Mayıs 2014  
Kategori: Yayınlanmış yazilarım

Paket programlar halinde hazırlanan imajlar satılıyor bu ülkede insanlara; Bir kısmı Bir elinde Kuran, diğer elinde haram lokma tutan. Bir kısmı düne kadar, Milliyetçiyim diyerek beş yıl boyunca, AKP ye koltuk değneği olan. Diğer bir kısmı başka tarafta sloganlarıyla, kılık kıyafetleriyle, danslarıyla, hatta yiyecekleri ve içecekleriyle. Özgürlük kavramını‘da katarak senaryolarında insanları şucu bucu olmaya zorluyorlar.

Özgürlüğün tanımı bu kavramdan ne anladığınıza ve bu kavrama ne gibi anlamlar yüklediğinize bağlı olarak değişir. Özgürlük, kimileri için bağımsızlık demekken, kimileri için eşitlik, kimileri için gizlilik, kimileri için ise sorumluluk anlamına gelebiliyor. Avrupada 17. yüzyılda yayınlanan İnsan Hakları Bildirgesi’ne Göre ise özgürlük; kişinin bir başkasına zarar vermeden, herşeyi yapabilmesidir. Bu gün ise Hukuk devleti ilkesine bağlı, çağdaş devletlerde kişilerin, temel hak ve özgürlükleri, anayasal güvence altındadır. Nedir sahip olduğumuz temel hak ve özgürlükler? Devamını oku

Sonraki sayfa »