Türklerin İslamlaşması

Yazan: 27 Aralık 2022  
Kategori: Yayınlanmış yazilarım

Gök Tanrıya inanan Türkler Oguz Kaan Yalvaç ( Pweygamber) Müslüman Araplar’ın Orta Asya’ya ulaşması ile binlerce yıllık inançlarını değiştirmek zorunda kalırlar. Türkler’le Araplar’ın ilk karşılaşmaları Kafkasya üzerinden Hazar Türkleri, Horasan üzerinden de Göktürkler’le olmuştur. Türklerin İslâmlaşması 300-350 yıl kadar sürmüştür. Oğuzlar iki asırda, Kıpçak Türkleri de 14. yy başlarında İslâmlaşmışlardır. Türkler Müslümanlığa eski inançlarını da taşıdılar. İslâm’ı aynen benimseme yerine kendi inançlarıyla harman edip yeni bir sentez oluşturdular. Bu sentez, İslâm’ın Orta Asyalılaşması olan ve başında Hoca Ahmet Yesevî’nin bulunduğu İslâm’ın sufî yorumudur. Sufîlik, yâni Tasavvuf, İslâmiyet’in siyasal mücadelelere, hırs ve menfaate âlet edilmesine tepki olarak ortaya çıkmıştır. Türkler arasında İslâmiyeti, dinin şer’î kurallarını önemsemeyen, dini sufîce yorumlayan, halkın benimseyeceği biçimde ifâde eden ve halkın eski inançları ile yeni dini kaynaştıran “sufîler” yaymıştır.9. ve 10. y.y. da Türkistan’ı adım adım arşınlayan dedeler, babalar, atalar; tıpkı şaman dedeler gibi menkıbeler, nasihatler anlatan, halk üzerinde sevgi ve saygıdan kaynaklanan nüfuzları olan kimselerdi. Daha sonra bu dedeler, babalar göçlerin başında, uzun süren yolculuklar sonunda Anadolu’ya ulaştılar. Bunlar Anadolu’da, dede, baba, abdal ve gazi gibi ad ve unvanlarla Orta Asya’daki misyonlarını sürdürmek için dergahlar açtılar. Mevlana’lar, Hacı Bektaş Veli’ler, Ahi Evran Veli’ler, Abdal Musa’lar, Sarı Saltık’lar, Taptuk Emre’ler, Yunus Emre’ler bu coşkun ırmağın Anadolu’daki kollarıdır.

Türklerin İslamiyeti kabülünden bu yana on asır geçmiş olmasına rağmen, bugün günlük hayatımızdaki birçok kültürel öğe İslam’dan önceki kültürün izlerini taşımaktadır. Şimdi bunlardan bazılarını ele alalım.

AY ; Yakut Türkleri ay tutulmasını ayın küçülmesi olarak yorumlamakta, bu küçülmenin ayın kurtlar ve ayılar tarafın-dan yenmesinden kaynaklandığını düşünmektedirler. Altaylılar ise ay tutulmasının “Yelbegen” isimli yedi ye gürültü yapılmaktadır. Bu inanışın sonucu olarak bugün de Anadolu’da ay tutulması devamı başlı bir canavarın ayı yemesi sonucu oluştuğuna inanmaktadırlar. Tüm Orta Asya’da bu yaratıkları korkutup kaçırmak ve ayı kurtarmak için de havaya taş atılmakta sırasında havaya silâh sıkılır, Teneke Çalınır ve gürültü yapılır Anado-lu’da yeni ayın görümesi sırasında yere diz çökerek niyaz edilmekte, gökyüzüne, aya ve toprağa bakarak dilekte bulunulmaktadır. Yeni ayın yeni umutlara ve yeni başlangıçlara vesile olacağı düşünülür. Bu olgu da Türkler’in eski Göktanrı inancından kaynaklanmaktadır.

MUM; Câmİ- avlularında mum yakılması, ağaçlara bez ve çaput bağlanması da GökTengri İnancı  döneminden günümüze aktarılan geleneklerdir.

MÜZİK / ŞAMAN; Gök Tengri inancının  töredeki  yerini yorumlayanlardır. Ayinlerinde davul ve kopuz kullanmışlardır. Müziksiz bir âyin düşünülemez. Oysa İslam dininde Kur’an dışındaki dini eserlerin müzikle okunması günahtır.Gök tengri geleneğinin devamı olarak Anadolu’da Hz. Muhammed’in, Hz. Ali’nin hayatları müzikle okunmaktadır. Mevlit ve İlahiler sadece Anadolu’da uygulanan müzikli anlatımlardır.

40 SAYISI ; Gök Tengri İnancında  inanışa göre ruh fiziki bedeni 40 gün sonra terk etmek­tedir. Türk destanlarında kırk sayısı çok yer alır ve kırk yiğitler, kırk kızlar epeyce geçer. Manas destanında olduğu gibi, Dede Korkut hikâyelerinde kırk yiğitler görülmektedir. Kırgız türeyiş efsanesinde de, Sağan Han’ın bir kızı ve otuz dokuz hizmetçisi ile kırk kız bir gölün kenarına giderek sudan gebe kalmışlardı. Oğuz’un verdiği şölende, diktirdiği sırıkların boyu kırk kulaç uzunluğunda idi. Hikâyelerde ve masallarda kırk gün ve kırk gece düğünler, kırk haremiler, kırk satır ve kırk katır çok geçer. Bazı ejderhalar vardır ki onlar yenilmez ve ölmezler, ancak bunların tılsımları bozulursa ölürler. Bu gibi ejderhaların kırk günlük bir uyku zamanı vardır. İşte bu zamanda ejderhanın yanına gidilir, üzerinden kırk tane kıl koparılır, ateşe atılarak yakılırsa ejderha da ölür. Anadoluda bu gün bile cenazenin defninden sonra 40 gün beklenir 40’ı çıkınca mevlüt okutulur helvalar yapılır dualar edilir. Lohsa Anne ve yeni doğmuş bebekler bebekler 40 ı çıkmadan Evden dışarıya çıkartılmazlar.Büyük temizliklerden sonra temizlik anlatılırken evi 40 ladım tabiri kullanılır.

MEZAR TAŞI; Şaman ayini sırasında yardımcı ruhlarını kullanmaktadır. Ölülerin, ailenin vefat etmiş büyüklerinin, eski Şamanlar’ın ruhlarının, ormanın, suyun ve yerin yardımcı ruhlarının da Şaman’a yardım ettiği kabul edilir. Ölen büyüklerin ruhlarının çoğalması sonucu bu ruhların en kıdemlisinin ruhların başına geçeceğine ve bunun da diğerlerinin yardımı ile Şaman’a yol göstereceğine inanılır. Kuş biçiminde düşünülen bu ruhlar Şaman’a gökyüzüne yapacağı yolculukta yardımcı olmaktadırlar. Toplumda ulu kabul edilen kişilerin ölümünden sonra ruhlarından medet ummak mezarları kutsamış ve bu yerler medet umulan yerler haline gelmişlerdir. Günümüzde mezar, türbe, yatır ve benzeri yerlerin ziyareti ve bunlardan medet umulması da bu inanç sisteminin devamı olarak ortaya çıkmıştır.

Gük Türkçe’de ve Uygurcada “ruh” için can anlamına gelen “tın” sözcüğü kullanılıyordu. Bu aynı zamanda “soluk” demekti. Ölüm, soluğun kesilmesi, ruhun bedenden ayrılıp uçması biçiminde düşünülüyordu. Bu yüzden de bazen “öldü” yerine “uçtu” denilmektedir. Ruhları öbür dünyaya göç eden ataların, orada rahatsız edilmemeleri, iyi yaşamaları gerektiğine inanılırdı. Bu nedenle Eski Türkler’de mezarları gizleme geleneği yoktur, aksine özellikle büyüklerin özel mezarları yapılıp, üzerlerine bir yapı (bark) yapılmış, barkın iç duvarları ölünün yaşarken katıldığı savaş sahnelerini gösteren resimlerle süslenmiştir. Ayrıca mezarın veya mezar yapısının üstüne Balballar dikilmiş, sıradan kişilerin mezarlarına da, belirli olması için tümsek biçimi verilmiştir. Arap dünyasında mezar taşı yoktur. Ölünün toprakla bütünleşmesi ve zaman içinde kaybolması istenir. Kutsanması günahtır. Mezarlara taş dikilmesi ve bu taşın san’at eseri hâline getirilecek kadar süslenmesi İslam coğrafyasında sadece Anadolu’da, Orta Asyada görülmektedir. Gök Tanrı  geleneğinin devamı olarak Anadolu’da mezarlara ölenlerin sevdiği eşyalar bile konmaktadır. Gelin ve genç kızların mezarları tel ve duvaklarla süslenmektedir.

KURBAN ; Göktanrı inancında kanlı kurbanlardan başka bir de kansız kurbanlar vardır. Saçı, yalma, yani ağaçlara veya kamın davuluna bağlanan paçavralar, ateşe yağ atma, tözlerin ağızlarını yağlama ve kımız serpme gibi törenler bu kansız kurbanlardır. Kansız kurbanların en önemlisi ruhlara bağışlanarak başı boş salıverilen hayvanlardır. Bu tür kurbanlara eski Türkler “ıduk” demişlerdir. Bunun kelime karşılığı “salıverilmiş”, “gönderilmiş” demektir. Terim olarak “tanrıya gönderilmiş, tanrıya bağışlanmış hayvan” anlamını taşır. Anadolu’da da ağaçlara çaput bağlama kafesteki kuşların salıverilmesi hâlen sürdürülen gelenekler arasındadır.

ÖLÜM;  Gök Tengri  inancın da Kurt,Sahibinin Atı  ve köpek ruhun yaklaştığını uzaktan acı ulumayla haber verebilmektedir. Sıradan bir kişi bu ruhu görürse bu onun pek yakında öleceğine işaret sayılır. Anadolu’da günümüzde köpek uluması uğursuz sayılmaktadır. Köpeklerin bazı olayları önceden algıladıklarına ve bunu uluyarak anlattıklarına inanılır. Adı geçen hayvanlar duyular dışı algılamalarıyla nasıl ki depremleri önceden haber veriyorlarsa bir evden ölü çıkacağını da önceden hissedebilmekte ve uluyarak duyurabilmektedirler. Türk dünyasında ölüme inanılmadığı için Anadolu’da çoğunlukla “öldü” kelimesi kullanılmaz. Ruhun ölmediğini vurgulamak için, “Göçtü”, “Dünya değiştirdi”, “Hakk’a yürüdü” gibi anlatımlar kullanılır.

Mehmet Tevfik Özkartal

04.12.2010 Gazete Bayern

 

 

 

 

Tardu Buğün Doğdu Hoş geldi

Yazan: 11 Kasım 2022  
Kategori: Yayınlanmış yazilarım

Come poter scordare un giorno così speciale, è nata una stella grande e bella. Continua a brillare, e anche con le nuvole saprai farti notare… Tantı auguri buon compleanno. a te

Bugün bir çok kişiden doğum günü sözleri  ve mesajları alacaksın,  şu an okuduğun en farklısı. Çünkü tamamiyle sevgi, Gönülden gelen sözlerle  yazılmış bir mesaj. Dilerim yeni yaşında mutlulukların en iyisini en güzelini yaşar, hayatın boyunca ailen, arkadaşların ve sevdiklerin ile sağlıklı bir hayatın olur. İnşallah yüzün hep güler, neşeni hiç yitirmezsin. Hep birlikte nice mutlu yıllara. Yeni yaşın ve doğum günün kutlu olsun Oğlum.

Baban ve Annen

O Çocuğum ben

Yazan: 23 Ağustos 2020  
Kategori: Yayınlanmış yazilarım

Ahmet’in arşivinden çıkartıp, görselimize sunduğu resimlere bakıyorum.

Mehmet Tevfik

Çocukluğumuz’da sahip olamadığımız   fotoğraf makinesinin ne kadar iyi bir yol arkadaşı olduğunu yeni, yeni keşfediyorum. Kaybolmuş anılarım canlanıveriyor birden bakarken siyah beyaz resimlere. Renkleniyorlar göz bebeklerimde. Çoukluğumuzun Futbol sahası, aramızda yaptığımız maçlar; resimler siyah, beyaz renklenerek  canlanıyor sanki.

Kaleci, oyuncu kavramı vardı. Takımların genellikle iyi oyuncuları bu kutsal göreve kendilerini adarlardı. Ben hep kaleci olarak yer alırdım sahada. Bir topu tutmak için kendimi yerden yere atıp kolumu, dizimi parçalamayı göze alırdım. Amaç arkadaşların beğenisini kazanamaktı.

Madeni  para o zamanlar kolay bulunmadığından, maçın hangi takım tarafından başlatılacağına; bir tarafına tükürülmüş yassı bir taşın havaya atılıp, yaş mı, kuru mu seçiminde doğru tarafı bilen tarafın başlaması yöntemi ile karar verilirdi. Resmiler siyah beyaz  çekilmiş, olsun!.. ben renkli görüyorum. Dikenlerin böğürtlen çalılıklarının arasından geçerek Naki beye ulaşıyorum. Balık tutan birkaç kişi… Sahilde güneşlenenler, yüzenler, botlarda, kayıklarda eğlenenler. Bahçelerinde, balkonlarında akşamüstünü karşılayanlar, Büyük ada  kendi halince. Her yaz olduğu gibi, Naki bey; bu küçük deniz  kıyı şeridinde, köşkü, denize kadar uzanan bahçesi ve İskelesi olan kişinin adı ile anılırdı. Kumsalın hemen yukarısında Koço amcanın evi, bir de küçük bostanı vardı. Sahide oturuyor ve gözlerimi yumuyorum. Gözlerimin egemen olduğu bir dünyadan bir an uzaklaşmak istiyorum. Tenime değen rüzgâra bırakıyorum kendimi. Denizin sesi insanların bağırış çağırışları arasında yok olup, gürültüye yeniliyor. Kuş cıvıltıları tek tük.

Naki bey’in iskelesine çıkıyor ve ardımda kalan güne kulak kesiliyorum. Konukluğundan hoşnut, ardımda kalan günden, bu adanın öyküsünü anlatmasını istiyorum.

Pek çok deniz kıyısı ortak, bu görüntülerin dışında anlatır var olan öyküyü. Gün boyu çekilmiş her fotoğraf karesinde, yazıp söyleştiğim her insanda,  öyküsünü arıyorum gözlerim kapalı.

Evlerin birbirlerinden güç alabilmek için dizimi, sokakları yarattıkları duygusuna, kapılıp giderken, yaşlı bir kadının, gülümsemesi takılıyor gözüme. Yoksa gülümseyen çiçekleri mi? Nevruz Mevki Nr.7  Tepeköy, evimin sokağa bakan yüzü renk renk çiçeklerle donatılmış. İnsan; çiçekleri seviyor. Çiçeklere yaşamında yer açtıkça, sevinci çoğalmaya duruyor. Hasret’de çoğalan sevinçten payına düşene sarılıyor.

Stathakis, Maki, Niki, Stavro, Niko, Yorgo, Marina, Despina, erkan, Engin, Fikret, Coşkun, İsemi Han, Bumin, Nur,  Nesrin, Çiğdem, Haçik, yamyam,İrfan,   ve daha niceleri için de bu böyle. Güler yüzünde çiçeklerimizin izi var. “Ben bu Ada‘da doğdum. Sonra göç ettik. Bu ada’da  neler kalmıştı? Ardımızda neler bıraktığımız önemlidir. Bir gün ardımızda bıraktıklarımız bize söyler çünkü, geriye dönülüp dönülemeyeceğini, bunu isteyip istemeyeceğimizi.

Birden Stathakis ve onun gibiler ile empati kuruyorum. Kendi doğduğum mahallede, bıraktığım evimin merdivenlerini anımsıyorum. Beraberce oyunlar oynadığımız, çocukluk arkadaşlarımı, komşularımı. Kapısı bir daha açılmamak üzere  kapanmış evimi. Artık anılarımdan başka hiçbir yerde olmayan. Bir gün yeniden arkadaşlarımla oyunlar oynamayı istememeliyim. O evi kapattılar! Bana geriye dönülemeyeceğini söylüyor kapanan o ev.

Kapıları Kapanan evler;

Yıllar sonra Yunanistana giden dostlarım, arkadaşlarım Yunanca öğrenmek zorunda kaldıklarını söylediklerinde şaşırmıştım. Hatta Anadoluya MÖ 850 lerde gelen Türk boylarından Karamanoğulları Gök Oğuzlar, Avar ve Bugar boylarının daha sonra Ortodoks dinini seçtiklerini öğrendiğimde şaşkına dönmüştüm. Kril alfabesi ile Türkçe yazdıklarını Türkçe konuştuklarını ilk başlarda, Rumca bilmediklerini Öğrendiğim’de daha’da şaşırmıştım. Rum, Türk Ortodoks farketmez; Binlerce yıldır yaşadıkları vatanlarından, bu şekilde koparılmaları, sürülmeleri ve hatta tehdit edilerek, gitmeleri için yapılan baskıları, bir insanlık ayıbı olarak görüyorum.

Büyükada ve diğer Adalar’da ve tüm Anadolu’da bıraktıkları evler için yaşam, Ortodoks Türklere ve Rumlara neler söylüyor?

İnanırmısınız Padişah anaları adlı kitabı okuduğumda şoka girmiştim. meğer Devleti Aliye Osman Orhandan başlayarak Rum Yunan annelerine sahiplermiş. İstanbulu Fetheden Fatihin de annesi Kösem Sultan Helen kökenliymiş Yani Kösem Sultan. Oğluna destek vermiş Kostantiyenin fethinde.  Katolik Papanın eline geçmektense Oğlum alsın diyerek  destek bile vermişler. Bugün İstanbulda, Adalarda ve Anadolunun genelinde parmakla sayılacak kadar az Rum, Türk Ortodoks hemşehrimiz var. Ancak Yunanistan’da  Türkiyeden giden  Rumların, ve Ortodoks Türklerin kurdukları, birlikte yaşadıkları çeşitli bölgelerde, yaşamları hep yarım. Ayrı ülkelerdeki kardeş beldeler ve insanları ortak duygular içinde, geçmişlerinin izlerini sürmek istiyor. Bu izler kendilerini en canlı biçimde evlerde yaşatılıyor. Evler, içlerinde yaşayan insanlarla birlikte soluk alıp vermeyi sürdürmüş, koruma altına alınanlar, ancak diğer tarihi yapılar, evler kadar şanslı olamamış. Oysa ekmek kavgası hep bildiğimiz kavga… Sonra…

Nazım Hikmet’i anımsıyorum: “

Ve açsak, yorgunsak, al kan içindeysek eğer

Ve hâlâ şarabımızı vermek için, üzüm gibi eziliyorsak,

Kabahat senin demeye’de dilim varmıyor ama…

Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim”

Kalan bir kaç Rum dostum Ada’da, mahsun; Büyükada’dan ben başka yer bilmem diyor. “Burada doğdum, burada öleceğim.” Başka bir yer bilmemenin kederini arıyorum gözlerinde!.. Bulamıyorum. Rahat sınırları belli yaşamlarının ve yaşayacaklarının verdiği  güven içinde. Görmüş geçirmiş ağaçların gölgelerine anlatılan masalar, sandalyeler, Hiristos tepesinde. Aslında bu günlerde Dedemin Karaferyeyi ( Bu günkü Veria)  Babaannemin Selaniği Beyaz kuleyi  unutmadıklarını özlem içinde olduklarını daha iyi anlıyorum.  Hepsi hepsi 100 yıl.  önceki yıllarda 600 yıl birlikte yaşamış bu insanlar batının kışkırtması ile kendi Devleti Aliye’ye ihanet etmiş gibi geliyor bana. İstanbul’un Fethi;  Kostantinopolis den önceki adı ile ”İstanbul” Orhan ile başlayan  türk- helen imparatorluğuna kimler ihanet etti. Orhan’ın Holofira ile evlenerek başlayan serüven VI. İoannisin kızı Theodora Hatun’u eş olarak alınca Orhana Gelibolu düğün hediyesi olarak verilmiştir yani Drahoma. Orhanın  ve  Theodora nın oğlu olan  Şehzade Halil bir türlü tahta geçememiş,  Şehzade Murat Orhandan sonra ki padişah olarak tarihe geçmiştir.  Annesi Kösem sultan olarak bilinen Rum kökenli bir anneden doğan  2 inci Mehmet in  Rumca, Farsça, Arapça bilmesi kadar doğal ne olabilirki.  Fatih sultan Mehmet aslında İstanbulu Fetih  etmemiş Katolik istilasından kurtarmıştır.

Aslında ”Devleti Aliye Osman” bir Helen Türk imparatorluğuymuş da haberimiz yokmuş. Heyhat. Kim sormayın bana.  Ben dedem ve Babaannemin Selanikte ki beyaz kulede yaşadıkları büyük aşkı sevdayı dinleyerek büyüdüm. Kökümüzün Kırıma dayandığını bilirim. Babaannemin Selanik limanının sahibi meşhur Arnavut Toro’nun tek kızı olduğunu da. Anamı düşündüğüm de  Mahitap hanım Bu günkü  Makedonyanın Kiçevo şehrinin  Lesiçani köyünde dünyaya gelmiş Annesi arnavut Babası Türk bir  kız olduğunuda.  Ne olmuş da Devleti Aliye Osman her yönden ihanete uğramış.  Valla ben Helen Türk İmparatorluğunu bilmem bildiğim tek şey sakın ha Avrupaya, Amerikaya  güvenmeyin öyle ve ya böyle bizler sizleri 1000 yıllık kardeş olarak görüyoruz. Ortodoks Türkleri düşününce 5 bin yıllık kardeşliğimiz var. Soyum helen re de bir lafım var.  Bizler karışmışız çoktan bir olmuşuz.Huyumuz örf adetlerimiz bile bir. Sizlerdeki Drahoma Gök Tingriye inanan Türklerden geçmiş sizlere haberiniz ola.

Ülkemde Yezidin soyları tükendiğin de  Bektaşi Alevi yolundaki Müslüman Türkler ile bir olursunuz. Adaletin ön Planda oduğu  her kesin eşit bir vatandaş olarak yaşayabileceği  Helen Türk İmparatorluğuna kavuşmak umudumu yitirmeden.

Büyükada’da  Kahvenaneler, İskele meydanı, sahil şeritlerinin vazgeçilmezidir. Büyükadanın’da olmalıydı böyle bir meydanı, çarşısı.

Yaşamın sıradan akışının doğal tanığı bir meydan. Adının Vapur iskelesi, başka bir ad olmasının önemini yitirdiği bir alan.İskele üzerinde kendimi bir bırakayım rüzgâra… Karnım da acıkır. Tertemiz olduğu söylenen balık lokantalarından birini düşünürüm, İskeledeyiz gene kardeş oluruz.e oturuyor ve ardımda kalan günü dinliyorum bu kez‘de. İçim yanıyor, inadına susuyorum. Sustukça, koparıyorum her bir parçamı bedenimden. Duygularım bende hükümsüz, düşlerim yarım. Yalnızlığın kapıları kapanıyor yüzüme, ruhum bir orada bir burada, gel, gitlerde, firari çocukluğum. Büyümek, aslında özlemekmiş. Domatesli, peynirli, Jambonlu, sandiviçleri, hızlı, hızlı yedikten sonra, tekrar dışarıya, sokağa oyuna dönmeyi çook özledim. Annem mutfakta yemek yaparken, masada ders çalışmayı, onunla  sohbet etmeyi çok özledim. İspirto ocağını, beyaz fayans kaplı mutfağı özledim. Bahçemizdeki o dut ağacında gün doğumundan gün batımına kadar dut yemeyi, annem bir daha izin vermez diye, gün boyu onun üzerinde oturduğum günleri özledim.

 Babamın çam ağacının Dallarına kurduğu salıncağımı özledim. Bahçelerden erik, mandalina, incir  çalmayı. Oramı buramı çize çize böğürtlen toplamayı, Yapı Kredi Bankasından gelen Doğan kardeş  mecmuasını, heyecanla okumayı özledim.   Çocukluğumun tadını özledim. Arkadaşlarımı özledim. Yakartop ,birdir bir, saklanbaç oynamayı, Eşşekçi deli ali amcayı kızdırıp, kaçmayı bile özledim. En önemlisi dertssiz başımı özledim! neleri özlemedim ki…

Bıraksaydım boşluğa, hayallerim kalsaydı sadece geride. Keşke’nin diğer anlamı bu ben‘de ki… onun boşluğu sadece ” ben” im. Bende’ki ben’de ise, sahip olduğum bir çok boşluk var.

Kimi kocaman insanlar olmuşlar, kimi küçük çocuklar. Bazıları büyümüş, ama hala çocuklar. Onlar hiç anlamazlar. Durup’ta sormazlar hiç neden?

Hiç düşünmezler, hep devam ederler yaşamaya. Umarsamazlık diz boyu, başlarına vursanda gülerler. Herkes çalar ayrı bir telden, sabah uynamak için saat çok erken, bu kısa yolculuk farklı her zamankinden. Yaslamış sırtımı bahçe duvarına düşünürken ben.

Birde memoş olmak var işte başımın belası ben. Artık sus yüreğim ! Duyuyor musun ? Kimse görmek istemese de, büyük duygularımın içinde; daha hala;

o Çocuğum  ben.

Memoş

 

11 Ocak 2012 Büyükada’da biz

Sayfasında yayınlandı

HİÇ BİR SUÇ CEZASIZ KALMAZ

Yazan: 22 Şubat 2018  
Kategori: Yayınlanmış yazilarım

Ben doğduğum günden beri Atalarım dahil olmak üzere bildiğim yedi göbek Türk oğlu Türküm. AKP genel başkanı gibi sonradan olma falan değilim ha. E Devlete girer seceremize bakarsın. Daha düne kadar Ortadoğu Projesinin eş başkanı olduğunu söyleyen, PKK terör örgütü ile masaya oturup pazarlıklar yürüten, PYD nin başkanı Mursiyi  ankarada kırmızı halılar sererek ağırlayan, Barzaniyi devlet başkanı gibi karşılayıp, ağırlayıp Ankaranın göbeğine bayrağını dikmesine izin veren,  Feto yandaşları ile el ele vererek TSK lerindeki vatansever paşaları tasviye eden, daha’da öteye giderek Bu davanın Savcısı olduğunu söylüyerek TSK lerinin kozmik odasındaki gizli bilgilerin CIA, FBI gibi gizli örgütlerinin eline geçmesine yol veren, Rıza Zerap aracılığı ile Bakanlarının hırsızlık, yolsuzluk yaptığını bildiğin halde onları koruyup kollayan. Amerikanın uşaklığına soyunarak, Orta doğu kuzey Afrika projesinin eş başkanlığına soyunan, Irak, Libya ve daha sonra Suriyenin parçalanmasına öncülük eden, Şam’da Emevi camiinde namaz kılma hayali ile dostun Esatı kalleşce arkadan vuran benmiyim?  Ey AKP sinin nin genel başkanı Sen herkesi kandırılabilirsin ama biz kanmıyacağız. Neden mi? Sizin kim olduğunuzu ne olduğunuzu önceleri bilemedik; kodlarınızı çözemedik. Bir zamanlar sizi baş tacı eden ben artık size inanamıyorum. Son üç yıldır  Türk Devletleri Teşkilatı falan derken biraz acaba mı diyerek yaklaşıyorum.  Yine mi Takkiye.

Çok yalan söylüyorsunuz çok. Bukelemun gibi renkten renge, Kılıktan kılığa girip çıkıyorsunuz.  Amerika, İsrael projesini tamamlamak  elinizden gelen herşeyi yapıyorsunuz. Ve yahut kandırılmaya müsait bir yapınız var gelen kandırıyor, giden kandırıyor.

Yanınızda ki danışman mı ne diyorsanız sizi kandırıyorlar farkında değilsiniz. Halktan koptunuz eskiden bir kaç kişi ile dolaşırken, Şimdi? Bir ordu ile geziyorsunuz. Türk halkının gözünden düştünüz. Meshepsel ayırımlara tevessül ettiniz. Sakın bizi yok saymayınız. Bizim Türk milliyetçiliğimiz İslamdan önce gelir. Biz heTaptuk Emrer şeyden önce Türküz. Kendimize öz, gelenek ve göreneklerimiz var. Hangi dine mensup olursa olsun Bizim için bir Türk hangi dinden hangi mezhepten olursa olsun, asırlarca Türkü arkadan vuran Arap Müslümandan daha kıymetlidir. Hoş bizim İslama inanışımız Hak kitabın Yüce Peygamberimiz Muhammet Mustafa ve Ehli Beyit yolunun  dışında hiç bir şeyi kabul etmez. TÜRK İSLAM düşüncesinin ise, tadına doyum olmaz. Ne demiş Tapduk Emre;

 

Sayın AKP genel başkanı Tek Devlet, Tek Bayrak, Tek Millet derken hangi devlet, hangi bayrak hangi millet? adlarını da da söyleyiverin de bilelim. Koca Devlet bahçeliyi bile kandırdınız ya pes vallahi. Dün Rabia, bugün İhvan diyorsunuz da dört parmak gösterip ne demeye getiriyorsun. Valla biz sizin Halifesi İngiliz Kraliçesi olan tarikatından değiliz, olmayacağızda. Biz Türküz Tarikat, Meshep falan bilmeyiz. Hak kitap, v Muhammed Mustafa, Ehli Beyit yolu  der uğruna can veririz. Gerisi safsata; Yani şahsa ait politika Devamını oku

EVET mi HAYIR mı

Yazan: 27 Şubat 2017  
Kategori: Yayınlanmış yazilarım

Bir TRT klasiği olan evet hayır yarışmasını sunan ‘’Erkan Yolaç’’ tanımayanımız varmıdır? “mehter marşıyla geliyorsunuz izmir marşıyla gidiyorsunuz, “öyle kafanızı emme basma tulumba gibi sallamayacaksınız” Ya EVET veya HAYIR diyerek cevaplıyacaksınız, diyerek başlardı programına. Dün geçmişten bir kaç programını izledim bir de ne göreyim Mehter marşı ile gelip İzmir marşı ile gidenlerin çoğu EVET diyerek gitmişler. Oh be.

            Erkan Yolaç

Erkan Yolaç

Bir insanın doğduğundan öldüğü güne kadar Kullandığı Evet ve Hayır’lara bir bakalım. EVET’ler çoğunluğunu doldurur insan hayatının. Konuşmaya başladığımız da başlar EVET ve HAYIR lar hayatımızda. Aslında her EVET deyişimizde bir kayıp yaşamış olsak bile zordur HAYIR demek.

-Babayı seviyormusun çocuk?

Çocuk Babasından korkuyordur ama yine’de EVET der cevap olarak. (Korkunun ecele faydası yok tabi)

Öğretmen sorar sınıfta; Verdiğim konuyu çalışıp imtahana hazırlandınızmı?

Tüm öğrenciler çalışmış ve ya çalışmamış fark etmez hep bir ağızdan bağırır EVEEET ( Hiç kimse Hayır diyemez ne olur ne olmaz diye.)

Gelirsin nikah daireseine Sorarlar; Kimsenin etkisi altında kalmadan …….. eşiniz olarak kabul ediyormusunuz? Bir gür çıkar insanın sesi, kocaman bir EVEEET. ( yıllar sonra % 80 i pişmandır bu EVET den de ama iş işten geçmiş bir kere EVET demişlerdir.) Devamını oku

Şimdi Araf zamanı

Bu dünya’ya yapayalnız, hiç bir şeyleri olmadan gözlerini açan milyonlarca insanı düşünün; Sanki bu dünya’ya gelmeyi kendileri istemişler gibi. Hatta hangi aile‘de doğmaya kendileri karar vermişler gibi.  Bebeklik çocukluk derken herkesin üzerine bir yük yüklenmiş. Bu gün ise hepsi aynı çıkmaz sokağın önünde tek başlarına durup, bakıyor, bakıyor ama yolun sonunu bir türlü göremiyorlar. İşin en kötüsü ise sorgulamıyorlar bile. Çıkmaz bir sokağın başında durup da yolun sonunu göremez mi insan? çıkmaz sokağın başına neden geldiğini çözmemişse sonunu‘da görmesi mümkün olmuyor tabi. Yaşam bir göz kırpması gibi geçip gidiyor. Bir bakıyorsun yirmilerindesin, bir bakıyorsun kırklarında, bir bakıyorsun ellisi altmışında. Bir de bakıyorsun ki uçmağa varmanın kıyısında… Bu gün beni bu yazıyı yazmaya iten nedeni anlatacağım… Yaşamın ne kadar kısa ve ne kadar anlamsız, boş olduğu fikri yine Tanrının nefesinden yaratılmış olmamda saklı. Kimsenin fazla vaktini almadan kısa kesmek istiyorum. Belki’de ilk defa haklı olarak yaradılışa aşırı öfkelenmiş, Tanrı ile aynı fikirde değildim. Tanrı ne diyor; ben seni ruhumdan yarattım us verdim ve inan sana şah damarından daha yakınım. Tamam o zaman peygamberlere neden ihtiyaç duydun‘ki? Yarattıklarınla direkt konuşabilirdin. Ben Tanrı olsam en azından öyle yapardım. Herkesin ayrı telden çalmasına izin vermez ilahi ahengin bozulmasına olanak tanımaz, yarattıklarımın acı çekmesine izin vermezdim. İnsanlarla birlikte acı çekmeyi öğrenemediğim için suçlumuyum? Cehenneme gitme konusunda’da hiç istekli olmadım. Kitabında Tanrı; bir çok şeyi yasaklarken, yarattıklarına intihar edenlerin cehennemlik, şehitlerin sorgusuz cennete gideceğini tebliğ ediyor. Eh inthar etmek isteyenlere buradan duyrulur… Ne işin var cehennemde.? Hak yolunda Cihad edenlere katıl şahaddet şerbetini iç cenetliksin. Bakmayın bana öyle, herkes ateist dese’de ben ateist falan değilim. Evrene, yaradılışına baktığımda Tanrıya, Peygamberlereine, ve meleklerine inanan biriyim. Sadece arada sırada’da olsa Tanrıya küsen bir çocuğum. Sorun zaten bende değil, ikiz ruhlarımda. Kendi kendileri ile daha hala savaş halindeler. Hemde bu güne kadar denenmemiş yollarla. Devamını oku

Hayalim Yeni dünyam

Yazan: 27 Ağustos 2015  
Kategori: Yayınlanmış yazilarım

DSCF3566

Sonunda alacağım

Hayal etmek yaşamaya başladığınızı anladığınız anda başlar ve ya yaratıcı olmak ile eşdeğerdir. Önce ne istediğinizi hayal ederseniz, hayal ettiğiniz şeyi istersiniz, hayal ettiğiniz gerçeğe dönüşür ve sonunda istediğinizi yaratırsınız. Bazen olmayacak şeyleri hayal eder, görür ve kendinize şöyle dersiniz. Neden? Nedensizdir aslında; insanın varoluş sebebidir hayal kurmak.  Ve kurduğu hayalleri gerçekleştirmek bunun için çabalamak, yaratmak, başarmak. Bu yaşamda başarılı olmanın sihirli sözcüğüdür hayal Kurmak. Başarısız olmak; unutulmaması gerekir ki başarının anahtarı, en azından bir kez başarısız olmak demektir. Her insan beyni düşünmeye başladığı günden itibaren hayal kurmaya programlanmıştır. Hayal kurmadan yaşamak, zaten yaşamın sona geldiğinin göstergesidir. İnsanlar başlarına gelenler için hep içinde bulundukları durumu suçlarlar. Ben durumlara inanmam. Bu dünyada başarılı olan insanlar hayal ettikleri konumu, durumu arayan ve bulamadıkları zaman onları yaratanlardır. İstediğinizi elde edemezsiniz, elde ettiğinizi istemek zorunda kalırsınız. Doğduğumuz gün… dönüşü ve kalkış saati belli olmayan yolculuğun, biletidir elimize tutuşturulan. Ben zengin bir aileden gelmiyorum, hatta hiçbir zaman çok paramız olmadı. Büyükbabamı hayal mayal hatırlıyorum. Babam yıllarca ticaret yaptıktan sonra tekrar memuriyete dönmek zorunda kaldı. Ne tür hayalleri vardı hiç bilemedim. Bidiğim çok geniş, büyük bir ailemin olduğuydu. Babam ve Annem bu büyük ailenin bir parçası olmaktan mutluluk duyarlardı. Annem Babamın, Babam Annemin alilesinde saygı ve sevgiyle yerlerini almışlardı. Bu bir tercih meselesiydi ve ben her zaman böyle bir ailenin bir parçası olmaktan mutluluk duydum. Devamını oku

Bozca ada ve Kirie Dimitri

Yazan: 15 Kasım 2014  
Kategori: Yayınlanmış yazilarım

Çanakkale açıklarındaki Bozcaada eskiden Tenedos olarak anılırmış.

Yirmi, otuz kişilik küçük bir cemaatten oluşan Bozcaada

Yirmi, otuz kişilik küçük bir cemaatten oluşan Bozcaada

Bir zamanlar ağırlıklı olarak Rum nüfus bulunsa da, Osmanlı’dan beri Müslümanlar hep olmuş adada. Bozca adaya indiğinizde liman kısmı apartmanlarla kaplanmış, eski sokak dokusu tahrip edilmiş, taştan yapılma bağ evleri çökmüş, kiliseleri yıkıntıya dönüşmüş olsa bile otantik bir aksesuar gibi duran Rumları var Bozcaada’nın.

Yirmi, otuz kişilik küçük bir cemaatten oluşan Bozcaada Rumları, günümüzde turistik hayatın vazgeçilmez bir parçası. Rehberler büyük şehirlerden gelen turistlere, yoldan geçen bazı yaşlıları işaret ederek, Cenevizlilerden kalma kalenin duvarına tutunarak yürüyen matem kıyafetli şu yaşlı bayan bir Rum dur ve ya kahvehanenin birinde oturup kahvesini içen güler yüzlü elinde tespihli beyefendiler için efendim Rumlar burada çok eski zamanlardan beri yaşarlar diyerek bir hikâye yazıverirler. Daha hala liman‘dan yukarı doğru yürürken günümüzde bile yolun Türk ve Rumları ayırdığına şahit olursunuz. Yolun sağ tarafı Rum mahallesi sol tarafı Türk mahallesi olarak anılmakta. Ada nufusu Kirie  Dimitrininanlatımına göre kış aylarında 500 Zaman içinde adanın nüfus yapısı tamamen değişmiş. Rumların büyük bir bölümü daha doğrusu gençleri adayı terk etmişler. Oğlu ve torunları Yunanistanda Kavala şehrinde yaşamakta. Yaz aylarında kendisini ziyarete gelmektelermiş. Arada sırada’da Kirie Dimitri Devamını oku

Sorma nasıl olduğumu

Yazan: 26 Eylül 2014  
Kategori: Yayınlanmış yazilarım

Sorma bana bir daha nasılsın diye; kendimi bildim bileli düşünürüm; oezkartalİnsan dediğimiz varlık kaç ruh taşır bedeninde. Mesela yıllar sonra, bir şekilde, günün birinde ummadığımız bir yerde, zamansız bir şekilde onunla karşılaşırsam ne yaparım, nasıl davranırım?” diye. Uzun bir zamandan beri içimde bastırmaya çalıştığım, bazen görmezden ve duymazdan geldiğim, kendisinden kaçtığım bütün hücrelerime, düşüncelerime ve kişiliğime işlemiş ikinci bir kişilik, ve ya bir ruhun esiri gibi içimde yaşayan her neyse. Adını dahi koyamadığım bu ikinci kişiliğimle yüzleşmeli ve onunla yaşamayı öğrenmeliydim. Bunca zamandır geçen her yılın sonunda, içimde benimle çekişen bu şeyin bir yıl daha benimle yaşamış olduğunun analizini yaptım durdum. Basit gibi onu her hissetiğimde çektiğim acı ve heyecan ve bu duygunun son bulmamış olduğunun açık bir göstergesiydi. Devamını oku

Hastahane odası

Yazan: 17 Nisan 2014  
Kategori: Yayınlanmış yazilarım

O gece hastahaneye götürülürken şöyle düşünmüştüm. İşte her şey buraya kadar Memoş.  İmkansız gibi, görünen dostluklarla dolu yaşamın, konuşacak kimsenin olmadığı, bir Hastahane odası. Belkide bir mucizeye borçlu olduğunu ve seni o’nun varlığına inandıran hikayeyi mi; yoksa insanların acımasız, bencil hatta katil olduğu, seni sevdiklerini terk etmek zorunda bırakan ve isyana sürükleyene mi? Cevap zaten çingen yaşamımda değilmiydi? Çok da zor olmasa gerek. Neticede hepimiz az çok uydurmaya alışığız, alıştırıldık bir şekilde. Ama hayat nasıl güzel? Hikayelerin içindeki hikâyelerle mi yoksa gerçeğin bütün çirkin çıplaklığıyla mı? Devamını oku

Sonraki sayfa »