O Çocuğum ben
Yazan: Özkartal Mehmet Tevfik 23 Ağustos 2020
Kategori: Yayınlanmış yazilarım
Ahmet’in arşivinden çıkartıp, görselimize sunduğu resimlere bakıyorum.

Mehmet Tevfik
Çocukluğumuz’da sahip olamadığımız fotoğraf makinesinin ne kadar iyi bir yol arkadaşı olduğunu yeni, yeni keşfediyorum. Kaybolmuş anılarım canlanıveriyor birden bakarken siyah beyaz resimlere. Renkleniyorlar göz bebeklerimde. Çoukluğumuzun Futbol sahası, aramızda yaptığımız maçlar; resimler siyah, beyaz renklenerek canlanıyor sanki.
Kaleci, oyuncu kavramı vardı. Takımların genellikle iyi oyuncuları bu kutsal göreve kendilerini adarlardı. Ben hep kaleci olarak yer alırdım sahada. Bir topu tutmak için kendimi yerden yere atıp kolumu, dizimi parçalamayı göze alırdım. Amaç arkadaşların beğenisini kazanamaktı.
Madeni para o zamanlar kolay bulunmadığından, maçın hangi takım tarafından başlatılacağına; bir tarafına tükürülmüş yassı bir taşın havaya atılıp, yaş mı, kuru mu seçiminde doğru tarafı bilen tarafın başlaması yöntemi ile karar verilirdi. Resmiler siyah beyaz çekilmiş, olsun!.. ben renkli görüyorum. Dikenlerin böğürtlen çalılıklarının arasından geçerek Naki beye ulaşıyorum. Balık tutan birkaç kişi… Sahilde güneşlenenler, yüzenler, botlarda, kayıklarda eğlenenler. Bahçelerinde, balkonlarında akşamüstünü karşılayanlar, Büyük ada kendi halince. Her yaz olduğu gibi, Naki bey; bu küçük deniz kıyı şeridinde, köşkü, denize kadar uzanan bahçesi ve İskelesi olan kişinin adı ile anılırdı. Kumsalın hemen yukarısında Koço amcanın evi, bir de küçük bostanı vardı. Sahide oturuyor ve gözlerimi yumuyorum. Gözlerimin egemen olduğu bir dünyadan bir an uzaklaşmak istiyorum. Tenime değen rüzgâra bırakıyorum kendimi. Denizin sesi insanların bağırış çağırışları arasında yok olup, gürültüye yeniliyor. Kuş cıvıltıları tek tük.
Naki bey’in iskelesine çıkıyor ve ardımda kalan güne kulak kesiliyorum. Konukluğundan hoşnut, ardımda kalan günden, bu adanın öyküsünü anlatmasını istiyorum.
Pek çok deniz kıyısı ortak, bu görüntülerin dışında anlatır var olan öyküyü. Gün boyu çekilmiş her fotoğraf karesinde, yazıp söyleştiğim her insanda, öyküsünü arıyorum gözlerim kapalı.
Evlerin birbirlerinden güç alabilmek için dizimi, sokakları yarattıkları duygusuna, kapılıp giderken, yaşlı bir kadının, gülümsemesi takılıyor gözüme. Yoksa gülümseyen çiçekleri mi? Nevruz Mevki Nr.7 Tepeköy, evimin sokağa bakan yüzü renk renk çiçeklerle donatılmış. İnsan; çiçekleri seviyor. Çiçeklere yaşamında yer açtıkça, sevinci çoğalmaya duruyor. Hasret’de çoğalan sevinçten payına düşene sarılıyor.
Stathakis, Maki, Niki, Stavro, Niko, Yorgo, Marina, Despina, erkan, Engin, Fikret, Coşkun, İsemi Han, Bumin, Nur, Nesrin, Çiğdem, Haçik, yamyam,İrfan, ve daha niceleri için de bu böyle. Güler yüzünde çiçeklerimizin izi var. “Ben bu Ada‘da doğdum. Sonra göç ettik. Bu ada’da neler kalmıştı? Ardımızda neler bıraktığımız önemlidir. Bir gün ardımızda bıraktıklarımız bize söyler çünkü, geriye dönülüp dönülemeyeceğini, bunu isteyip istemeyeceğimizi.
Birden Stathakis ve onun gibiler ile empati kuruyorum. Kendi doğduğum mahallede, bıraktığım evimin merdivenlerini anımsıyorum. Beraberce oyunlar oynadığımız, çocukluk arkadaşlarımı, komşularımı. Kapısı bir daha açılmamak üzere kapanmış evimi. Artık anılarımdan başka hiçbir yerde olmayan. Bir gün yeniden arkadaşlarımla oyunlar oynamayı istememeliyim. O evi kapattılar! Bana geriye dönülemeyeceğini söylüyor kapanan o ev.
Kapıları Kapanan evler;
Yıllar sonra Yunanistana giden dostlarım, arkadaşlarım Yunanca öğrenmek zorunda kaldıklarını söylediklerinde şaşırmıştım. Hatta Anadoluya MÖ 850 lerde gelen Türk boylarından Karamanoğulları Gök Oğuzlar, Avar ve Bugar boylarının daha sonra Ortodoks dinini seçtiklerini öğrendiğimde şaşkına dönmüştüm. Kril alfabesi ile Türkçe yazdıklarını Türkçe konuştuklarını ilk başlarda, Rumca bilmediklerini Öğrendiğim’de daha’da şaşırmıştım. Rum, Türk Ortodoks farketmez; Binlerce yıldır yaşadıkları vatanlarından, bu şekilde koparılmaları, sürülmeleri ve hatta tehdit edilerek, gitmeleri için yapılan baskıları, bir insanlık ayıbı olarak görüyorum.
Büyükada ve diğer Adalar’da ve tüm Anadolu’da bıraktıkları evler için yaşam, Ortodoks Türklere ve Rumlara neler söylüyor?
İnanırmısınız Padişah anaları adlı kitabı okuduğumda şoka girmiştim. meğer Devleti Aliye Osman Orhandan başlayarak Rum Yunan annelerine sahiplermiş. İstanbulu Fetheden Fatihin de annesi Kösem Sultan Helen kökenliymiş Yani Kösem Sultan. Oğluna destek vermiş Kostantiyenin fethinde. Katolik Papanın eline geçmektense Oğlum alsın diyerek destek bile vermişler. Bugün İstanbulda, Adalarda ve Anadolunun genelinde parmakla sayılacak kadar az Rum, Türk Ortodoks hemşehrimiz var. Ancak Yunanistan’da Türkiyeden giden Rumların, ve Ortodoks Türklerin kurdukları, birlikte yaşadıkları çeşitli bölgelerde, yaşamları hep yarım. Ayrı ülkelerdeki kardeş beldeler ve insanları ortak duygular içinde, geçmişlerinin izlerini sürmek istiyor. Bu izler kendilerini en canlı biçimde evlerde yaşatılıyor. Evler, içlerinde yaşayan insanlarla birlikte soluk alıp vermeyi sürdürmüş, koruma altına alınanlar, ancak diğer tarihi yapılar, evler kadar şanslı olamamış. Oysa ekmek kavgası hep bildiğimiz kavga… Sonra…
Nazım Hikmet’i anımsıyorum: “
Ve açsak, yorgunsak, al kan içindeysek eğer
Ve hâlâ şarabımızı vermek için, üzüm gibi eziliyorsak,
Kabahat senin demeye’de dilim varmıyor ama…
Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim”
Kalan bir kaç Rum dostum Ada’da, mahsun; Büyükada’dan ben başka yer bilmem diyor. “Burada doğdum, burada öleceğim.” Başka bir yer bilmemenin kederini arıyorum gözlerinde!.. Bulamıyorum. Rahat sınırları belli yaşamlarının ve yaşayacaklarının verdiği güven içinde. Görmüş geçirmiş ağaçların gölgelerine anlatılan masalar, sandalyeler, Hiristos tepesinde. Aslında bu günlerde Dedemin Karaferyeyi ( Bu günkü Veria) Babaannemin Selaniği Beyaz kuleyi unutmadıklarını özlem içinde olduklarını daha iyi anlıyorum. Hepsi hepsi 100 yıl. önceki yıllarda 600 yıl birlikte yaşamış bu insanlar batının kışkırtması ile kendi Devleti Aliye’ye ihanet etmiş gibi geliyor bana. İstanbul’un Fethi; Kostantinopolis den önceki adı ile ”İstanbul” Orhan ile başlayan türk- helen imparatorluğuna kimler ihanet etti. Orhan’ın Holofira ile evlenerek başlayan serüven VI. İoannisin kızı Theodora Hatun’u eş olarak alınca Orhana Gelibolu düğün hediyesi olarak verilmiştir yani Drahoma. Orhanın ve Theodora nın oğlu olan Şehzade Halil bir türlü tahta geçememiş, Şehzade Murat Orhandan sonra ki padişah olarak tarihe geçmiştir. Annesi Kösem sultan olarak bilinen Rum kökenli bir anneden doğan 2 inci Mehmet in Rumca, Farsça, Arapça bilmesi kadar doğal ne olabilirki. Fatih sultan Mehmet aslında İstanbulu Fetih etmemiş Katolik istilasından kurtarmıştır.
Aslında ”Devleti Aliye Osman” bir Helen Türk imparatorluğuymuş da haberimiz yokmuş. Heyhat. Kim sormayın bana. Ben dedem ve Babaannemin Selanikte ki beyaz kulede yaşadıkları büyük aşkı sevdayı dinleyerek büyüdüm. Kökümüzün Kırıma dayandığını bilirim. Babaannemin Selanik limanının sahibi meşhur Arnavut Toro’nun tek kızı olduğunu da. Anamı düşündüğüm de Mahitap hanım Bu günkü Makedonyanın Kiçevo şehrinin Lesiçani köyünde dünyaya gelmiş Annesi arnavut Babası Türk bir kız olduğunuda. Ne olmuş da Devleti Aliye Osman her yönden ihanete uğramış. Valla ben Helen Türk İmparatorluğunu bilmem bildiğim tek şey sakın ha Avrupaya, Amerikaya güvenmeyin öyle ve ya böyle bizler sizleri 1000 yıllık kardeş olarak görüyoruz. Ortodoks Türkleri düşününce 5 bin yıllık kardeşliğimiz var. Soyum helen re de bir lafım var. Bizler karışmışız çoktan bir olmuşuz.Huyumuz örf adetlerimiz bile bir. Sizlerdeki Drahoma Gök Tingriye inanan Türklerden geçmiş sizlere haberiniz ola.
Ülkemde Yezidin soyları tükendiğin de Bektaşi Alevi yolundaki Müslüman Türkler ile bir olursunuz. Adaletin ön Planda oduğu her kesin eşit bir vatandaş olarak yaşayabileceği Helen Türk İmparatorluğuna kavuşmak umudumu yitirmeden.
Büyükada’da Kahvenaneler, İskele meydanı, sahil şeritlerinin vazgeçilmezidir. Büyükadanın’da olmalıydı böyle bir meydanı, çarşısı.
Yaşamın sıradan akışının doğal tanığı bir meydan. Adının Vapur iskelesi, başka bir ad olmasının önemini yitirdiği bir alan.İskele üzerinde kendimi bir bırakayım rüzgâra… Karnım da acıkır. Tertemiz olduğu söylenen balık lokantalarından birini düşünürüm, İskeledeyiz gene kardeş oluruz.e oturuyor ve ardımda kalan günü dinliyorum bu kez‘de. İçim yanıyor, inadına susuyorum. Sustukça, koparıyorum her bir parçamı bedenimden. Duygularım bende hükümsüz, düşlerim yarım. Yalnızlığın kapıları kapanıyor yüzüme, ruhum bir orada bir burada, gel, gitlerde, firari çocukluğum. Büyümek, aslında özlemekmiş. Domatesli, peynirli, Jambonlu, sandiviçleri, hızlı, hızlı yedikten sonra, tekrar dışarıya, sokağa oyuna dönmeyi çook özledim. Annem mutfakta yemek yaparken, masada ders çalışmayı, onunla sohbet etmeyi çok özledim. İspirto ocağını, beyaz fayans kaplı mutfağı özledim. Bahçemizdeki o dut ağacında gün doğumundan gün batımına kadar dut yemeyi, annem bir daha izin vermez diye, gün boyu onun üzerinde oturduğum günleri özledim.
Babamın çam ağacının Dallarına kurduğu salıncağımı özledim. Bahçelerden erik, mandalina, incir çalmayı. Oramı buramı çize çize böğürtlen toplamayı, Yapı Kredi Bankasından gelen Doğan kardeş mecmuasını, heyecanla okumayı özledim. Çocukluğumun tadını özledim. Arkadaşlarımı özledim. Yakartop ,birdir bir, saklanbaç oynamayı, Eşşekçi deli ali amcayı kızdırıp, kaçmayı bile özledim. En önemlisi dertssiz başımı özledim! neleri özlemedim ki…
Bıraksaydım boşluğa, hayallerim kalsaydı sadece geride. Keşke’nin diğer anlamı bu ben‘de ki… onun boşluğu sadece ” ben” im. Bende’ki ben’de ise, sahip olduğum bir çok boşluk var.
Kimi kocaman insanlar olmuşlar, kimi küçük çocuklar. Bazıları büyümüş, ama hala çocuklar. Onlar hiç anlamazlar. Durup’ta sormazlar hiç neden?
Hiç düşünmezler, hep devam ederler yaşamaya. Umarsamazlık diz boyu, başlarına vursanda gülerler. Herkes çalar ayrı bir telden, sabah uynamak için saat çok erken, bu kısa yolculuk farklı her zamankinden. Yaslamış sırtımı bahçe duvarına düşünürken ben.
Birde memoş olmak var işte başımın belası ben. Artık sus yüreğim ! Duyuyor musun ? Kimse görmek istemese de, büyük duygularımın içinde; daha hala;
o Çocuğum ben.
Memoş
11 Ocak 2012 Büyükada’da biz
Sayfasında yayınlandı
Afitap89 tarafından 26 Ocak 2022 03:22 tarihinde
Yorum yaptım okey?