Elveda sana

Bu gün içime doğdun, bir den aniden. Yüreğime kor gibi düştün. Bir damla gibi yüreğinden yüreğime. 0003Az önce aklıma geldin yeniden. Aslında hep korkardım hani; bir gün, bir yıldız kayarken, görüpte ona yetişemezsem, ve ya dileğimi unutursam, ya da dileyecek bir dileğim kalmamışsa diye. Olmadan bir dileğim beklediğim yıldız kayarsa diye. Aslında sendin benim tek dileğim, seni dileyecekken, bir yıldız tutmak istedim. Bir dilek kaydı elimden. Bir kumsal düşledim o an, ve bir aşk düşledim. Aşk, ebruli olmalı, Kumsalda sular, durmadan kıyıya vurmalı. Her vuruşunda bir parça yontup götürürken kayalardan, anılarımı kayalar eksiltmeli.Aşınan, aşınmakta olan kayalarda, korunaksız kalıyoruz adeta. Kumsala vuran her dalga, yığınlarla da, kum tanesi getirir beraberinde. İşte o zaman çoğalıyoruz. Yüreğimizin kayalarından ufalanan parçaların taneleri belki de, geri dönenlerden bazıları, Belki de, onarmak için, bu geri geliş. Ebruli kumsalda, ışıltılı, sedefli kum parçacıklarının kristalinde bir onarış. Doğanın yıkıp yapıcılığı sanki bu. Ve yüreğin sularının sarışı, sevdiklerini. eksiltmelerden çok, çoğaltmalar için, yürek kumsalını. Suyu kumdan, kumu kumsaldan, kumsalı sudan ayırabilmek mümkün mü zaten. O halde seviyorum seni nasılmı? Ne kadar baksam da kumlara, Mehtaba karşı yakamozlara, bir türlü çözemiyorum bendeki seni. Olsun yeniden ve yine merhaba, nerelerde, ne yapıyorsun demek istemiyorum. Beni sorarsan daha hala seni ezberlemeye çalışıyorum. Kendini bana bırak diyeceğim, senden alabileceğim hiç bir şey yok. Hele senin haberin olmadan asla. Gözlerine dokunmak için ne kadar uzun zamandır bekliyorum, biliyor musun? Ya saçlarını koklamak için. vapurdan inince yasemin gibi kokuyorlardı. Belki de daha güzel. Böyle kokmayı nasıl başarıyordun? Belki de bahçeli evlerden geliyordur kokusu.Saçların siyah ve kızılı andırırken, yeşil çayırlarları anımsatan göz bebeklerinle buluşunca, ne kadar romantik duruyorlar. Öyle ezberlemek istiyorum ki seni, unutmak denen şey bile kıskansın. Kirpiklerine baktıkça rimel olup bulaşmak geliyor içimden. Bir fırça kadar bile şanslı bulmuyorum kendimi. Ya da parmağının dışarı çıktığı bir çorap kadar, rujun olmak bile düşmüyor payıma. Dudaklarına yaslanmak ne güzel olurdu. Ne güzel olurdu onlara pervasızca dokunmak. Seni ezberlemek istiyorum. Ellerinde kimsede olmayan bir hüzün var, yüzünde yaşayan her duygu ellerine de bulaşmış sanki, incinmekten hiç korkmazdın sen. Ojelerin silinmiş, yarın onları yeniden süreceğim desem isyan eder gülersin. Kır çiçeklerini çok seversin, sana tazelerini toplamalımıyım bilemiyorum. Daha çok şey var söylemek istediğim, oniki yıldır dilime mühür vurdum sen konuş deyinceye kadar. Sadece yüreğimle konuşuyorum. Sadece yüreğimle. Ne tuhaf, o kadar güzel görünüyorsun ki, sanki başka bir yerdeymişiz hissine kapılıyorum. Beni azarlamak için neler vermezdin şimdi. Keşke azarlasan. Gözlerini çevire çevire bakıp biz artık sadece arkadaşız demeni ne kadar isterdim bilmiyorsun. Ya da ne zaman bir başkasına hayranlıkla baksam, yüzünde beliren kıskanç ifadeye ne kadar hayran olduğumu. Sana ait bir eşya gibi yanından hiç ayrılmasam ne kadar sevinirdin kim bilir. Çok tatlısın, çok hemde farkındasın. Bu hikayede hasretin izini sürüyorum. Arkamda bıraktığım yollarda şu bizim hikayeden çıkıp çıkamayacağımı bilmiyordum. O hikaye bir gün hangi manayı kazanır öğrenmek istiyorum. Unutmaktan korkar gibi söylemekten usanmadığım, okuduğum şiirlerde, kopamadığım geçmiş zamanda ne buluyordunki. Kaç ülke kaç şehir gezdi, her şehirde birkaç dostu oldu anılacak. Bazen o kadar bile olmazdı. Gönül bu, tutdu işte neden se senin başına kondu.
Bu gece bir başka görünüyor gözüme. Yıldızlar yer yüzüne inmiş, ay bana gülümsüyor ben de ona. Şehri Bostancı’da kalbi kırık bir bank bakıyor bana, utanmıyorum. Sokak lambaları eskisi gibi selam veriyor, korkmuyorum. Kalabalık sokağı bomboş yapan ben, artık geceyi unutmuyorum. Siyah bir örtü çekilmişti sanki, bulutlar siyahın büyüsüne kapılıp kaybolmuş, yıldızlar ise her zamankinden parlaktı. Gökyüzünün gerçek yıldızı ise; geceye bekçilik eden samimi ve ağırbaşlı aydı. Gökyüzünün bu sessiz mükemmelliğini sadece suskun  biri görüyordu. Gönlündeki derinlikte kaybolmuş, bir elinde bir şişe rakı bir diğerinde bardağı, üstünde eşinin aldığı yeni sahibine alışmaya çalışan ceketi, cekete karşı gelen hayatın izleri ile bunlara sahip olduğunu sanan, gecenin kardeşi bu gördüğünüz adam. Gözleri ay ışığına takılmıştı, bugün onun tek arkadaşı gece ve de masum aydı. Aklında yılların eski düşünceleri, düşüncelerinin içinde ise çapulcu hesaplar var özden. Birden sessizlik bozulmuştu, adam durdu ve ağzından tek bir kelime döküldü dudaklarından. Bu tek kelime bu mu dördüncü bahar, yaşlı adamın bütün hayatını anlatıyordu. Her şeyi dolu dolu yaşamış, dertler havuzunda yüzmüş ve karar vermişti. Koca altmış yıllık çınarın altında gölgelenen bir düşüncenin hayata kazandırılmasıydı belkide bu tek söz. Birden ayağa kalktı, yürümeye başladı, yürüdüğünü sansa da olduğu yerde duruyordu, gölgesi kızgın denizde sallanırcasına yalpalıyordu. Mantığı yine duygularına yenilmişti. İlerledi, sadece ilerledi. Biliyordu; ne yapacağını ne diyeceğini biliyordu artık. Onu tutan ise hiçbir şey yoktu, içmiş olduğu alkol ve uzun zamandan beri kullandığı ayakları hariç hiçbir şey. Zaten bütün yaşamı boyunca kendini durdurmamış mıydı? Yine adım atmaya başladı, yürüyordu ama aklı ile ayakları, giydiği ceket kadar düşmandı kendine. Birkaç adımdan sonra durdu, yere baktı. Önce kendini gördü, tıpkı aklı ve suratı gibi bulanıktı görüntüsü. Kızdı, elindeki şişeyi yere doğru fırlattı, görüntüsü bir anda kayboldu, gelecekten haber verir gibiydi. Kalbindeki hislerle birlikte kaybolmuştu yansıması. Suratındaki isyanla yukarı baktı, yıldızlara kızıyordu, lanet olası siyahı hiç ama hiç sevmedi‘ki. O bulutları görmek, onlara sarılıp yaşamak istiyordu. Ay’a doğru mahcup, yalvaran gözlerle baktı. Bulutları göstermesi için yalvarıyordu fakat istediği olmadı. Suratı hiddetle yere çöktü, yerde yine kendisini gördü, umutsuzca gökyüzünde görmediğini yerde görüyordu. Dikkatlice baktı kendisine, sadece kendisi yoktu orada, çok istediği bulutlar bulutların arasında onun da sülieti oradaydı. Ona ulaşmak için çabaladı belki de hayatında uğraşmadığı kadar ona ulaşmaya çalışıyordu. Yaşamındaki son adımı attı; duyguları, kalbi ve mantığı boşluğa düşmüştü ama bedeni bulutların onu okşamasıyla mutluluk doluydu. Büyük bir şeyi unutmuştu yine; ufak bir mutluluk için arkasına tekrar bakmaya fırsat vermeden, dünyanın kapısını kapamıştı. Yüzündeki mutluluk, gözlerindeki ışıkla ve gönlünden kopan bir sözle; Elveda, sana hayat.

Mehmet Tevfik ÖZKARTAL

 

Google AdSense kodunuzu buraya girin.

Yorumlar


Yorumunuzun yanında istediğiniz resmin görünmesini istiyorsanız gravatar edinin!