Acil Servis

Yazan: 25 Nisan 2014  
Kategori: Anılar

Hastahane odasındaki ilk günüm. Bir şekilde yattığım odaya alışmaya çalışıyorum. Yataktan kalkmamm imkansız. Acil servisten yatırıldığım oda iki yataklı ve karşımda yatan hastadan dolayı uyku uymam mümkün değildi. Bütün gece öksürük ve acı ile inleyen bir hasta ile aynı odayı paylaşmak bayağı zordu. İki gecenin sonunda yatağa bağımlılıktan kurtulmuş hastahane koridorlarında gezinebiliyordum. Acile getirildiğim gün yatırıldığım bölümün giririş katı acil servisin üçüncü katı olduğunu’da böylelikle keşfetmiş oldum. Bu kısmında vakit geçirebilirim düşüncesi ile aşağıya indim. Her büyük hastanenin acil servisinde olduğu gibi, burada da nöbet hareketli geçiyor. Ben’se kapının dışında ambulansların hasta getirdikleri bölümde sigara içiyor, otomat’tan aldığım ahve eşliğinde olup bitenleri dikkatlice izleyerek vakit geçirmeye çalışıyordum. Saat gecenin bir buçuğuydu. Türkçe konuşan iki bayan, kollarından tuttukları, 18-20 yaşlarında, esmer, yakışıklı bir delikanlıya ambülanstan acile doğru getirilirken eşlik ediyorlardı. Daha sonra anladığım kadarı ile delikanlının babası arkalarından soluk soluğa geliyor, bir yandan da Almanca (Hilfe) yardım, yardım diye sesleniyordu:

-Kurtarın yavrumu, kurtarın çocuğumu!

Nöbetçi doktor, gecenin yorgunluğuyla hastanın yanına gelmiş muayene odasına almadan ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bu arada hemşireler yeni gelenleri karşılıyordu. Doktorun sorduğu soruları anlamayan refakatçiler çaresizce sağa sola bakınıyorlardı. Tercümanlık yapabileceğimi söyleyerek doktorun yanına gittim. Yardım edebileceğimi söyledim. Adam Türkçe konuşmaya devam ediyordu:

-Doktor bey, oğlum intihar niyetiyle ilâç içmiş. Annesi fark edince, hemen getirdik. Hasta yakınlarının söylediklerini doktora doktorun söylediklerini hasta yakınlarına tercüme ediyordum.

-Aldığı ilâçlar yanınızda mı?

Adam, ceketinin ceplerinden hap kutularını çıkarıp doktora gösterdi.

-Şu üç kutudaki hapların tamamını içmiş.

-Ne zaman içtiğini biliyor musunuz?

-İki saat kadar olmuş.

Doktor hap kutularını uzun uzun inceledikten sonra, bir delikanlıya, bir de kutulara baktı. Ardından kafasını sağa sola sallayıp yüzünü buruşturarak:

-Hımm! Yazık, çok yazık!

Aile endişe ve merak içinde, doktorun bir şeyler söylemesini bekliyor, ama doktordan ses çıkmıyordu. Bense, doktora soru sormaya çekiniyordum. Kısa bir sessizlikten sonra, babanın sorusuyla bozuldu:

-Ne yapacağız doktor bey?

Doktorun yüzü gerginleşti. Bakışlarını ümitsizce kaldırdı. Dudaklarını ısırdı. Başını çaresizce sağa sola salladı. Elleriyle de çaresizlik işareti yaptı.

Ağzından dökülen son sözler, hasta ve yakınları için kurşun gibiydi. Ve ben bunun tercümesini yapmakta zorlanıyordum.

-Üzgünüm! Yapılacak bir şey yok. Hem bu ilaçlar. Üstelik de geç kalmışsınız.

Ben göz ucuyla aileye baktım. Hepsinin gözleri fal taşı gibi açılmış, herkesin beti benzi atmıştı. Delikanlının yüzü korkuyla gerilmişti. Sedyeden doğrulmuştu. Pür dikkat doktora baktı Doktorun ifadelerindeki kesinliği ve yüzündeki ciddiyeti görünce sarsıldı hayata olan bağı çözülmüşçesine kendini sedyeye bıraktı. Aile fertlerinin ayakta duracak mecalleri kalmamış olacak ki her biri bir kenara çöktü.

Baba ve anne bir şeyler mırıldanıyorlardı Kardeşleri ağlıyorlardı.Uzun süren bir suskunluk ve şaşkınlıktan sonra:

-Ne olacak doktor bey Hiçbir şey yapamaz mısınız?

-Artık çok geç. Bu durumda maalesef bir şey yapamayız. Yapsak da yararı olmaz Herhalde bir saate kadar hastayı kaybederiz. Gene de hastayı müşahede altına alırlar.

Ben de en az aile kadar şaşırmıştım. Delikanlının yüzüne bakıyordum. Ölüm endişesi ve ümitsizlik, iliklerine kadar işlemiş gibiydi. Kendimce neler hissettiğini düşündüm. Ölüme bu kadar yaklaşmak gerçekten zor bir durum olmalıydı. Hem insan bir iki saat içinde ölebileceğini bilse neler düşünür neler hisseder, neler yapardı? Aslında her birimizin, ölüme bir saat yaklaşacağı an gelmeyecek miydi? Hayatın karmaşa ve med-cezirleri arasında ölüm gerçeğini nasıl da atlıyor veya kendimize uzak görüyorduk. Şimdi bu delikanlı, geçmişini arkadaşlarını ailesini düşünüyor olmalıydı. Veya ölümden sonraki hayatı; yani bir iki saat sonrasını Belki de arkasından neler düşünüleceğini konuşulacağını. Halbuki ne kadar çok planları vardı belkide. Şimdi ise, o planları düşünmek bir yana son saatlerini nasıl geçireceğine dair doğru düşünme melekesini bile kaybetmiş gibiydi. Diğer taraftan, hayat devam ediyordu. İçeride yatmakta olan bir hastanın yakınları doktora bir şeyler sorarken, sedye ile bir hasta daha getiriliyordu. O ara başka bir doktor kapıdan içeri giriyordu. Biliyorum, sohbet için geliyor. Az ötede, hemşirelerin odasından, bir klasik parça yükseliyor: Hayatla ölümün iç içeliği galiba bu diyorum kendi kendime. Baba toparlandı. Yalvaran bir eda ile sorusunu tekrarladı:

-Hiçbir şey yapamaz mısınız doktor bey? Hiç mi ümit yok? İçeri yeni giren başka bir doktor, kaş göz işaretiyle ne olduğunu sordu. Doktor ayağa kalkıp kesin bir ifade ile cevap verdi:

-İntihar girişimi Karl. Geç kalmışlar maalesef Durum da ciddi Yapılacak bir şey kalmamış. Ölüm sonrası raporunu tanzim edeceğim.

Söylenenleri dikkatle dinleyen delikanlı anlamış olacak‘ki ölüm gerçeği ile yüzleşmekten ürkütmüştü. Pişmanlık duygusu içerisinde ve titrek bir sesle doktora “Kurtulmak için ne yapmak gerekiyorsa yapmaya hazırım. Ne olur doktor! Beni kurtarın, ölmek istemiyorum” diyordu. Doktor oralı bile olmadı. Ölüme bu kadar yakın bir kimseyi daha önce hiç görmemiştim. Üstelik çok da gençti. Hayalen morga kaldırılacak, gencin yapılacak otopsisini düşündüm odamda acı içerisinde kıvranan hasta aklıma geldi. Demek, karşımda duran bu diri beden birazdan ölecek, otopsi için açılacak bir rapor tanzim edip intahar yazılacaktı! Hayat ve ölüm. Yaşamak ve ölmek. Genç olmak, yaşlı olmak, hayatı anlamak, ölümü benimsemek. Hayatı ölüme doğru giden bir yol olarak görebilmek. Ölüme her an hazır olmak. Veya kendini hazır hissetmek. Kısacası ölümü kuşanmak. Hayata ve ölüme anlam kazandırmak. Bir sürü düşünce beynime doluşuyordu. Doktor oradan uzaklaştı. Ben de peşinden gittim. Doktor bey gerçekten yapılacak hiç bir şey yokmu hasta pek’de öyle kötü durumda değil. Doktor dönüp, gözlerimin içine baktı: Özkartal bey görüyorsunuz, burada ayakta zor duran yaşlılar bile biraz daha hayatta kalmak için mücadele ederken, bu delikanlı daha on dokuz yaşında ve intihara kalkışıyor. Ölmek istiyorsa, neden ona mani olalım? Biraz isteği ile baş başa kalsın bakalım. Ölüm ne imiş, hayat ne imiş düşünsün! Yaşamanın değerini, ailesine ne kadar acı çektirdiğini fark etsin! Dahası Tanrıyı hatırlasın; İnsan olmayı. Ölümü ve sonrasını da tabii ki. Arkasından, beni bir kez daha şaşırtan bir kahkaha atıp şöyle dedi;

-Lütfen sizde biraz sakin ve sessiz olunuz. Tercümanlığınız için teşşekkürler. Küçük bir ders vemem gerekiyordu. Gülerek, ilaç kutularını gösterdi.

Elindeki, ilaçlar vitamin, Öksürük, ve balgam sökücü haplardan başka bir şey değildi. Ve genç delikanlının ailesine yaşattığı bu ızdıraptan bir ders çıkartacağını düşünerek bayağı raharlamıştım.

Hayat dediğimiz yolun sonuna kadar yaşayabilmek için mücadele etmemiz gerektiğini bir kez daha anlamıştım. Umarım genç delikanlıda bir ders çıkartmıştır.

 Hayat denilen şu çetrefilli yolda,

Dönmüşsün yaşamın kıyısından.

Yeniden doğuş yakışıyor bahara,

Bahar şahidim hayat Tanrıdan.

Kör olma sakın hayatın akışına,

Yaşamak hayatı dünyevi aşkdan.

Yoksa aşk, sevgi, dost yaşamda,

Umud kalırmı insana hayat’dan.

Mehmet Tefik Özkartal

Nürnberg 15.Nisan 2014

 

Google AdSense kodunuzu buraya girin.

Yorumlar


Yorumunuzun yanında istediğiniz resmin görünmesini istiyorsanız gravatar edinin!