Hastahane odası

O gece hastahaneye götürülürken şöyle düşünmüştüm. İşte her şey buraya kadar Memoş.  İmkansız gibi, görünen dostluklarla dolu yaşamın, konuşacak kimsenin olmadığı, bir Hastahane odası. Belkide bir mucizeye borçlu olduğunu ve seni o’nun varlığına inandıran hikayeyi mi; yoksa insanların acımasız, bencil hatta katil olduğu, seni sevdiklerini terk etmek zorunda bırakan ve isyana sürükleyene mi? Cevap zaten çingen yaşamımda değilmiydi? Çok da zor olmasa gerek. Neticede hepimiz az çok uydurmaya alışığız, alıştırıldık bir şekilde. Ama hayat nasıl güzel? Hikayelerin içindeki hikâyelerle mi yoksa gerçeğin bütün çirkin çıplaklığıyla mı?

Mesela meyhaneler kasvetli ve sıkıcı görünür dışarıdan ama bir başka ferahlık ve incelik taşır akşamcılara içinde. Ne demiş Nedim; kıyaslarken meyhanelerle Hastahaneyi? Hastaneler de öyledir aynı meyhaneler gibi. Dışarıdan, sıkıcı, kasvet veren yer olarak görülür fakat içine girdiğiniz zaman‘da (Allah düşürmesin) bir başka alem olduğunu, hatta o kadar‘da sıkıcı olmadığını görürsünüz. Nereden aklıma düştüyse Nedim! Tamam‘da bir de hikayenin aslına gelelim. Mesela bir hasta için hemşirenin sıcak bir tebessümünü görmek hele bir de güzelse, ve ya doktordan iç rahatlatan bir teselli sözü duymak çok önemlidir hastalıkların tedavisinde. Hastanın hastalığı yeneceğine dair inancı ve psikolojik durumu da önem taşır. Kısaca hastalar insan sesi duymak ister insanlardan ilgi bekler.

Doğrusu ya yukarıda bahsettiğim hastanede yattığım günlerde hastane personelinin bir çoğundan bu ilgiyi görmüştüm. Gerek doktorlar gerekse hemşireler öyle şefkatliydiler ki. İnsana hizmet vermek ve sağlıkçı olmak onlar için kutsal bir görevdi sanki. Ah benim meleğim ah. Yaşadığım Almanyada bu konular gayet ciddiye alındığından aksini yaşamak mümkün değildi. Tek sıkıntım yattığım iki kişilik oda’da oda arkadaşımın ve yan oda’dan bir hastanın dünyadan ayrışışına şahitlik etmem olmuştu. Yan oda’da kalan hastanın bir arkadaşım olması cenazeyi almak için gelen onlarca insanı tanıyor olmam bir başka trajediydi tabi az da olsa moralimi bozmuştu.

Dayak yerken, opüşürken, yemek yerken, sevişirken Tanrının hakkı üç tür derler ya işte ben bu üçüncüden kurtulamamıştım. Tüm yaşamımız’da hemen hemen herkesin hastahanelerle ilgili büyük küçük anıları vardır. Kimi mutlu sonla kimi mutsuz biten. Kimi’de yaşamında kalan zamanını kendine zehir eden. Bütün bu hikayelerden anladığım hayatın sadece siyah, beyaz ve gri olmadığı. İçinde pembe, kırmızı, yeşil, mor, mavi ve daha nice çingen renklerileri barındırdığı. Sadece bir pencereden bir olaya odaklanmak hayatımızı ne kadar yoruyor farkında mıyız? Biz de metaforlara yer versek. Azıcık sonu güzel biten hikayeler uydursak, mesela Havva ile okyanusta buluşup asude olsak. Bir katilin bir çoçuğu öldürmesini izlemesek ya da sevdiğimiz kadına ülkenin bütün çiçeklerini alsak. Aslında sadece bir teneke yüzük alarak ya da bir çocuğun gözünde hayali bir prensesi kurtararak kahraman olsak; ölmeyi düşünen aciz adam olmak yerine. İkinci, üçüncü, hatta dördüncü baharımızı yaşamayı denesek. Mesela dedim ya! sözüm meclisten dışarı.

Hastanelerde hastalar ayrı bir alemdir; doktor, hemşire ve diğer personel daha ayrı bir alem.

Yahu lafı uzatıp durmayayım da şu hastane olayını ballandıra ballandıra anlatayım bir. Hastahanedeki üçüncü günümden sonra yataktan kalkabiliyordum. Kapıda beliren hemşire hanım elime bir dosya tutuşturdu ve saat iki’de zemin kattaki Doktorun odasında olmam gerektiğini söyledi. Zaten Hastahaneleri bu sebepten bir türlü sevemedim. Rontgen, kan, idrar verme yani oradan, oraya koştururlar adamı. Derken saat ikide doktorun odasına girdik Uzun boylu bir doksan boyunda bayağı kalıplı bir doktor. Elimi sıktı hoş geldin dedi (tabi Almanca) eh hoş gördük. Uzandık muayene yatağına. Orama burama parmakları ile basıyor ağrıyormu? yok hayır cevabı veya biraz ağrıyor falan derken. Soluna dön dedi. Baktım adam orta parmağına bir şey takıyor kendi kendime dedim eyvah. Doktor bey alışkanlık falan yapmasın sonra. Başladı gülmeye merak etme bir defadan bir şey olmaz dedi. Eeee bu benim üçüncü gelişim ya olursa? Hani şöyle ufak tefek bir Doktor olsaydı falan darken parmağı yedik. Aaaa peki ama bize neden bu olayı anlatın diye soracaksınız tabi doğal olarak. Cevaplayayım; Bir kere bir korku hikaye yazmayı denemiyorum. Eğer öyle yaptığımı düşünenleriniz varsa hemen söyleyeyim; Yan odada kalan arkadaşımın vefatı en üzücü kısmıydı. Bu yazının sonunda katil Doktor değil hastabakıcılar’da masum. Peki ya hastalar, eh en masumları onlar. Benimde henüz Azraille tanışmak gibi bir niyetim olmadığından, gayet iyi hissediyorum kendimi. Hani uzun zamandan beri merakta olanlar rahatlasınlar diye. Bir hafta Hastahane kallavi bir parmak. Henüz alışkanlık yapmadı, Azrailde ıska geçti bu defalık daha ne isterki insan hayattan.

Mehmet Tevfik Özkartal

Nürnberg 16.Nisan.2014

Google AdSense kodunuzu buraya girin.

Yorumlar


Yorumunuzun yanında istediğiniz resmin görünmesini istiyorsanız gravatar edinin!