Belkilerde saklı sevda
Yazan: Özkartal Mehmet Tevfik 15 Mayıs 2006
Kategori: Side
Bu yazıyı sana yazdım tüm yazdıklarımın sana olduğu gibi… görme diye… çünkü sen bilinçaltımın en gizli köşesisin, en görünmeyen kısmındasın, ve güzel yerlerini anılarımla dolduruyorsun.
Bu yazıyı sana yazdım, çünkü sen sana yazılacak iyi, kötü, güzel, çirkin tüm yazıları hakediyorsun. çünkü sen teksin, belkilerde saklı sevdamsın. Çünkü sen benim için kelimelerimin kağıda dökülmesini gerektirecek varlıksın.
Bir ara ölüyorum sandım, tamam dedim her şey buraya kadar. Kıstırıldım bir köşede nasıl olduysa; Azraile, kara basan gibi çökmüştü üzerime. Ruhumu teslim etmek üzereyken uyandım, öyle bir nefes aldım ki; nefes almanın bile yaşamak için güzel bir sebep olduğuna inandım.
Kahvaltı masası hazırlanmış, yoktun sen masada; herkeste surat beş karış.
Tam gördüğüm rüyayı anlatacaktım, seco konuşmaya başladı, sanki makinalı tüfek gibi seni anlatıyordu masada. Öldüğüm rüya gerçekti. Artık sen gitmiştin, bende kısmen ölüydüm. Sen eksik kalan tek yanım oldun . Yıllar geçti üzerinden her yıl bu gün rüyada öldüğüm gün; beni öpmeden gidişindi belki’de beni öldüren.
Ne kadar’da çok sevmiştim seni; bu başlığı her gördüğümde içimden bir şey kopuyor sanki. En güzelini yazmak istiyorum her seferinde olmuyor. Yüreğimden dilime akmıyor kelimeler, bekliyorum ümitsizce. Sırf okumayacağını bildiğim için yazıyorum. Korkuyorum çünkü, hem de çok korkuyorum. Sen izin vermeden; sana, bendeki seni anlatmaya çok korkuyorum. Çünkü en ufak bir fikrim yok aklından geçenler hakkında. Şimdiki belirsiz halini, aksi cevaba yeğliyorum. Bu yüzden bekleyebilirim işte.
Seni sevmiyorum’u duymaya cesaret edene kadar, o raddeye gelene kadar bekleyebilirim. nasıl olsa rüyalarım avutuyor beni, her gün biraz daha. o kadar heyecanlanıyorum ki benimle olduğunu düşlediğimde. sana olan bütün sevgimi gösterme fırsatını bulduğumu, sarıldığımı, seni izledigimi ve ilk defa hayallerimin suya düşmesinden de korkmuyorum. İçinde sen olan hiçbir seyden korkmuyorum. Şu halinle bile, yıllardır, iyi ki varsın. sana hazırım ben. Ve evet, zaman böyle geçiyor.
Aklıma düşüyosun bu aralar hatta aklımdan çıkmıyosun demek daha doğru belkide. Bilmiyorum bende hani arada sırada aklına geliyorumdur belki .. çaresizliğin simsiyah sonsuzluğunda nefes almaya çalışıyorum sadece . Yoksun , üşüyorum .. hani hep gidişlerin arkasından söylerler ya “neler vermezdim o anlar için ” öyle işte neler vermezdimki gözlerinin esiri olmak için.
Mevsimlerden sonbaharmış, ama hikayenin kahramanlarının ilkbaharıymış. bir öğleden sonra adı gibi uzun boylu ve yakışıklı bir prensin, güzel prensesi öpmesiyle prenses uykusundan uyanmış. Uyanmış ama bir rüyanın içine uyanmış adeta. Öpücük öyle kuvvetliymiş ki prensese tüm geçmişini unutturuvermiş. gelecekse zaten prense teslimmiş. Prensesin gözü belli bir yarı çapın dışına çıkamaz olmuş, hem zaten niye çıksınmış ki, orada gayet mutluymuş. ama korkarmış, acaba bir gün bu rüyadan uyanır mıyım diye. sonra hep dua edermiş tanrıya bitmeyen rüyalar da olsun diye..
Gelecek planlarımız, hedeflerimiz,hayat çizgilerimiz.. Hepsi tek bir amaç uğruna varlar. Amacımızı gerçekleştirmek adına sahip olduğumuz en büyük gücümüzün kaynağı tutkumuz. Asla tükenmeyecek, gurur duyduğumuz tutkumuz.. bir yıl kadar önce “aşk nedir diye sorsalardı, ” somut kanıtlarla ıspatlanabilecek hayallerin gerçekliğe dönüştürülme yüzdesi ” diyebilirdim. Aşk, benim için “kontrolsüz belirsizlik” idi. aradan bir yıl geçti.. aşkın tanımını değiştrdin.sen, “benim‘‘, ben de, “sendim” ya hani, “aşkı kanıtlayabilir misin ?
Hayatıma girdiğin gün gözlerimin önünde, bir kitabın, bir hayatı değiştirebileceği düşüncesi bile bir imkansız iken, şu an gerçek aşkı bana yaşatabiliyor olmanın verdiği heyecan, bütün damarlarımda geziniyor. Her nefes alıp verişimde, her kalp atışımda.. ben bir tribün, senin ismin ise, o tribünün tuttuğu takımın ismi gibi adeta. renklerine gönül verdiğim.
Sen şimdi okuyamayacak olsan da yazdıklarımı, bir tebessüm beliremeyecek olsa da sana ettiğim her iltifatın sonunda, haberin olmasa da burada bir yüreğin senin için çırpındığından, ben bu yazıyı sana yazdım. Her bir kıvrımında bir sıkıntımı eriten kıvır kıvır saçların dalgalanırken, ağır, ağır, esen mayıs rüzgarlarında, gözlerinin ışıltısını söndüren acılara küfrederek yazdım bu yazıyı. Hiç benim olmayacağını bilerek, gözlerindeki sevgi pırlantalarının, benim için asla parlamayacağını bilerek yazdım. Sen hiç olmadın, “ben de seni hiç sevmedim ki! yorgun akşamlarda söylediğimiz şarkıları sevdim” demek ister ya deli gönül, sevdim, çok sevdim… bir güle benzemeni de sevdim yürekten, ama ben asıl seni çok sevdim. Platonik aşık şiirleriyle elitist bir tavır takınarak, dalga geçerek, geçirdim ömrümü ya. Her kara aşık yazısına verebileceğim ayarı verdim ya, yüreğimden atamadım, senin için çırpınan arabesk cümleleri. “Geyiğine dinliyorum yaaa” mazaretine sığınsam da, unutulan, ya da cenneti dünyada seninle gördüm. Dinlerken, hep bir yanı acıdı kalbimin. Şairlerin sallanan dizeleri bir, bir, devrilirken seninle dolup taşan kalbimin üstüne, hep enkazdan kurtulmaya çalıştım. İnkar ettim üstümdeki moloz yığınlarının, aşktan miras kaldığını, kabullenemedim tek kurtarıcımın bir tatlı sözüne gizlendiğini. Ben bu yazıyı sana yazdım, sana yazıp da okutamadığım yüzlercesi gibi.
Tüm gerçekleri olumsuz kılan bir masalım vardı. ben o masalda gizli bir yer yaratmıştım kendi içimde kendime ”sen”den habersiz. Ben bu yazıyı sana yazdım her ne kadar okumayacak olmanı bilsem de.İçimden geçenler içimden geçip gidiyor uzun zamandır,ama bir sebebi var zor günler yaşıyorum.
Belki aynı anlama gelen farklı bir cümle de kurabilirdim,ama sonuç değişmiyor, her seferinde aynı cümleyi kurarak özetliyorum işte; zor günler yaşıyorum. Nasıl zor günler açıklamak gerekirse anlatmaya halimin kalmadığı kadar.
Aslında önemli olan yaşadığımın “zor günler” olması değil,sonu umutsuzca biten her deneyimde hepimizin yaşadığı o kendi görmek istemediğimiz kötü yanlarımızı görüşümüz,kendi çatışmalarımızla nasıl başa çıkamadığımızı farkedişimiz,kullandığımız savunma mekanizmalarının nasıl çöktüğünü,nasıl da ilkel,nasıl yardıma muhtaç,belki de içten bir dost omzuna ne kadar da ihtiyaç duyduğumuzu anlayışımız.
Bir dahaki sefere böyle olmaz diye geçiştirip, bir daha ki onlarca sefer de değişmediğimi üzülürek farkeden, belliki ben değilimdir sadece. Sanki zorla biraraya getirilmiş puzzleden bir çerçeveymişcesine,olmayacak sorunlara gereğinden fazla önem verip,taşlarımı yerinden oynatacak , en küçük sarsıntıda çöküyor hayata olan bağlılığım. Geri dönülmez, sert, olağanüstü kararlar alıyorum; en fazla ertesi gün devam ettirebildiğim, mutluluk pamuk ipliğine bağlıymış gibi geliyor bazen. Mutlu olabildiğim zamanlarda, durmadan gülen yüzüm,sanki bu kısa sürebilecek zaman dilimini, sonuna kadar kullanabilme isteğimden.
Üzülerek farkediyorum ki sen; hakettiğinden çok daha fazlasını oluşturuyorsun hayatımın, haberin bile olmadan üstelik. Demek‘ki diyorum hayatım boyunca okuduğum tüm kitaplarlarla,dinlediğim her şarkıyla, izlediğim eleştirdiğim her filmle, sana hazırlanmışım ben. Tüm deneyimlerimle, bir gün karşına çıktığımda, tüm biriktirdiklerimi beraber paylaşalım diye. Senin öyle bir düşüncenin olmaması ne acı, içimizdeki iklimleri anlatmak…
Üşüyorum hep. nedenini tahmin eder gibi de oluyorum hani. Evet, sen burada yoksun diye… yıldız parlaklığı teninle odamı ısıtamadığından, üşüyorum. omuzlarımdan başlayan bir titremeyle… içimde hava çok soğuk. Sanki yanımda olsaydın sarılabilecektim. Sanki elini tutabilecektim. hayır, yüzüne bile bakamayacaktım. Gözlerimi kaçıracaktım.”nasılsın” derken bile kekeleyecektim, kelimeler boğazımda düğümlenip kalacaktı. İçimde sonsuz bir heyecan olacaktı. Hatta içimdeki rüzgar artacak, fırtınaya dönüşebilme ihtimali olan, bir karayel haline bürünecekti. Yüzüne bakamamanın, seninle konuşamam gerektiğinin verdiği sıkıntı ile sarsılacaktım.
Rüzgarlar hep olacaktı içimde, içimizde… bana her kızdığında, içinden her küfür edişinde şiddetlenecekti, hava bulutlanacaktı. Bana tavır koymak istediğin her an baş döndürecekti. Tüylerimizi diken diken edecekti. Ve ben hep o havalarla yaşıyor olacaktım. Senin benimle konuştuğuna sevinecektim. Başkalarına inat estirecektim rüzgarımı. Birlikte gülüp şakalaştığımız zaman, içimdeki gül bahçesinde rüzgar güllerim dönecekti. Hafif hafif esecekti. Bana her bakışında memnun olacaktım. O zaman rüzgarım, gün batımında yakamozlara dönüşecekti. Ben yine hep mutlu, hep iyimser. Güneş bronzlaştıracaktı beyaz tenlerimizi.
Havanın bozduğu zamanlar da olacaktı elbet, hep günlük güneşlik, bayram düğün olmaz ya. Zaman olur hava da bozar bazen. Sonsuza kadar var olacak sevgimizle birlikte kavgamızı da edecektik, edebilecektik. Dik duracaktık birbirimizin karşısında. ozaman denizlerimizdeki dalgalar artacak, Beyaz beyaz köpüklenecekti, sonra bir yağmur başlayacaktı. Gözyaşlarımızın simgesi olan bir yağmur… Şimşekler bile çakacaktı belki. Ne olursa olsun yine, ben senin yerine de ağlayacaktım. Sana ağlayacak gözyaşı bırakmayacaktım. o halimizle bile seni mutlu edecektim. güneş açtıracaktım içimizde. eski halimize döndürecektim hemen.
Olmadı galiba. çok istedim ama içime rüzgarları, iklimleri yerleştiremedim. Bazen uzatma dakikalarında artık kaybettiğini düşünürsün ya hani, o şekildeyim. dedim ya, içim soğuk. iklimsiz, sadece soğuk. Umut olmasa insan hiç yaşayabilir mi? İlk Ergenliğim. Elbette umutlarım, saplantılarım var. “belki” lafını bu yüzden severim. gün gelsin de, kuşların bağrıştığı kumsalda yürüyelim derim hep içimden. kimse olmadan, sen ve ben…
Belkilerde saklı sevdam.
Memoş 15.06.2005 Side
zerrin tarafından 12 Ağustos 2013 01:31 tarihinde
yazılarını okuyunca basta hüzünleniyom…sonra kızıyom ….sevenler neden kavusmaz diyee…sonrada umutlanıyorum…dünyada hala duygular ve ask ölmemiş diye….
Özkartal Mehmet Tevfik tarafından 11 Nisan 2024 01:16 tarihinde
Ah be arkadaşım Ergenliğe yeni girdiğin yıllar da yaşanmışlıklar, ne yazık ki unutulmuyor. Engeller elinde olmayan sebepler işin aslı sen gelecek planları yaparken hayat yaşadıkların oluyor. Seevda dediğin Belkilerde saklanıyor işte.