SEVİLMEYE DEĞER
Yazan: Özkartal Mehmet Tevfik 24 Temmuz 2013
Kategori: Almanya
Bu gün geriye baktığımda bu yazımı okurken gülümsemesini görür gibiyim. Eskiden’de çok yakışırdı gülümsemek ona. Gülümsemekten asla vazgeçmemesi gerektiğini defalarca söylediğimi hatırlıyorum. O gülümsediği zaman etrafa yaydığı mucizevi ışık ısıtırdı sanki içimi. Kalbimdeki, acılar kafamadaki sorular bir bir yok olurlardı sanki. Kaderimizdi bizim; hiç ummadığımız bir anda bizi uzun yıllar önce biraraya getiren. Beklenmeyen bir girdabın fırtınalı bir aşk denizinin içine sürükleyen, öyle bir bir aşktı. Bu aşk hem bu kadar gerçek, bir okadar sırlarla doluydu. Öyle bir aşktı bizimkisi hem bu kadar yakın hem bu kadar mesafeli yaşanabilirdi. O unutulmayan yıllar da yaşadığımız bu ölümsüz aşk, heyecan, mutluluk, bilinmezlik, karmaşa ve sessizlik. Çünkü bu bizim imkansızlıkları giyinmiş aşkımızdı kahkaha, gözyaşıydı ve aksesuarları bir vardı bir yoktu. Tesadüflerin kurbanı da olsa fırtınasına kapıldıkları aşk denizini geçmeleri imkansızdı. Çok uzun yıllar korkutucu bilinmezliğin içinde savruldu bu aşk. Kalplerde iz bırakacak kadar masum, hiç bir zaman unutulmayacak , belkide iki delinin yazılmamış hikayesi olacaktı..
O benim nefesimdi; ben nefes aldıkça ruhum ona, unun nefesinde bana doğru esen rüzgarlarda bulaşacaktı. Sarhoş düşlerim, sınanmış dualarım, gerçekliklerim, hayallerim, umduklarım ve umupta bir türlü bulduklamadıklarım var benim bu aşkta. Çok sevdiğim, saygı duyduğum bir hayatım, çok yaşadığım hayal kırıklıkları ve kararsızlıklarım, çok sövdüğüm var. Kalbim var, mantığım var hatta bazen bu ikisini koordine edemeyen iki farklı ruhum var benim. Bazen durasım, bazen oturasım, bazen kalkasım, bazen konuşasım, bazen susasım var ve hatta bazen yazasım bazen bozasım var. Benim sessiz çığlıklarım, hüzünlü kahkahalarım, sudan çıkmış balık anlarım, tecrübeyle sabit hatalarım var. Benim duymuşluğum, görmüşlüğüm, şaşırmışlığım, sınanmışlığım hatta yaşamışlığım var. Susuzluğum, sessizliğim, bazen şen şakrak neşeli kalabalıklarım, bazen unutulmaz anılarım, saklı mucizelerim, savrulduğum fırtınalarım var. Hayatımın içinden hayat, beğenesim sonra da onları kalemimle kağıda döküşüm var.
Okuyun bakın size anlatacaklarım var! Her şeyin çok uzun bir zaman içindeki küçücük bir ana bir saniyeye bağlı olması komik değil mi? Her şeyi değiştirebilen kısacık bir an. Bir ömür içindeki küçücük bir kırılma noktası. Bir anlık bir bakış, anlık bir dokunuş, bir anlık karşılaşma, ani bir tesadüf ya da bir an‘lık dikkatsizlik. Çaresizlik diz boyu! Hayatımda her şeyin an‘larla yönetildiğini fark ettiğim günden beri böyleyim ben. Şimşek gibi çakan kırılma noktalarının hayatlara yön verip, geri kalan her şeyi şekillendirdiğini kabullendiğim günden beri, sadece o anı yaşamaya çalışıyorum. Anlık olaylardan keyif alıp, anlık üzüntüler duyuyorum. Çünkü çok uzun sandığımız hayat bir an bir nefes kadar kısa aslında ve ben o anlara takılıp geçen zamanı onun hissettirdikleriyle yaşıyorum, hepsi bu! Ve ben; beni vuran, beni uçurumun kenarından aşağı bırakan, beni donduran o son anı yaşadığımdan beri, devamını düşünmeyi bıraktım düşünmüyorum. Ne gerek vardıki? şu anı yaşamak dururken o anı her şeyi uzatıp kafa yormaya, bekleyip umut beslemeye, üzülüp kırılmaya, kızarıp bozarmaya, kırgınlıkları düşünerek vakit harcamaya ne gerek vardı? Susarak sessizliğimi dinlediğim o uzun geceden sonra, kendi sessizliğim gecelerin girdabında savrulurken ve tam‘da olmam gereken yerdeydi. Buydu aslında. Hayata tutunabilmek, içimdeki karmaşayı dindirebilmek ve kaldığım yerden devam edebilmek için kendime anılar yaratmaktan vazgeçtim. Şuursuzluğu seçtiğimi sanmayın sakın, zaten ben hep böyleydim. Değildim, hayır! Hiç olmadığım kadar umursamaz, bir o kadar havai, çingen misali uçuk, hatta zaman zaman bencil ve egoist değildim ben. Hayata daha yeni başlarken ve her şey çok daha basitken, dünya günlük güneşlik ve herkes yanı başımdayken arkam sıvazlanırken ben, bu ben değildim. Aksine; henüz askere bile gitmemiş yolun başlarındayken daha ağırbaşlı biriydim. Daha makul düşünür, daha emin adımlar atmaya çalışırdım. Daha planlı yaşar, kuralları çiğnemeyen yapıdaydım. Doğrusu büyüdükçe olgunlaşmadım, olgunlaştıkça büyüdüm ve hayatın çok da önemsenecek bir yanı olmadığını fark ettim.
Şaşırtıcı, değil mi ?
Değil aslında. Çünkü kısacık hayatımız böyle bir şey işte. Kafya takmaya değmeyecek kadar sıradan. Ağırlığını fark edip önemsediğin an ise yükü üzerine düşecek kadar da kudretli. Durup düşünüyorum ve kısacık, saniyelik olayların bizi yönettiğine şahit olduğum dün geceye gidiyorum . Beni şimdiki ben yapan o ilk yazışı. Düşünüyorum, gülümsüyorum, sersemleşiyorum, panik yaşıyorum, korkuyorum, sakinleşiyorum, tekrar gülümsüyorum ve olduğum ana geri dönüyorum. Ve ben galiba hayata; bir tek o anlık bakışı düşünürken takıyorum.
Gerisi hikâye. Dedim ya, o yazış ve gerisi; gerçekten koca bir hikâye! Çünkü haşmetli hayat, sürprizlerle dolu yüzünü ilk kez yılların ardından o gün çıkardı karşıma. O günün seherinde bir anda kaybettiğim gibi buldum onu. Kaybettiğimde gençtim, toydum ve kanım deli akıyordu. Sabır denilen şeyin ne olduğunu tam olarak öğrenmediğim yaşlarımdı. İşte bu sessiz çığlıkla birlikte, içimden ani bir öfke dalgasının yükseldiğini hissettim. Anlık bir refleksle yerimden kalktım, yanımdaki sandalyeden hızla çantamı çekip aldım ve omzuma astım. Üzerimi şöyle bir düzelttim ve gözü dönmüş hareketlerle hem de öyle uzun uzun düşünmeden ve ne yapacağımı bile bilmeden. Fişi çektim ve hızla kapattım. Madem beni bu kadar yıl sonra adam yerine koymuyorlardı ve kimsenin beni böyle yermeye hakkı yoktu. Artık birinden acısını çıkartmalı ve hesap sormalıydım. Peki ya o duyguya kapılmasaydım, gülebilseydim ve dün öyle hissetmeseydim ne olurdu?
Kapının önüne geldiğimde durup, şöyle bir soluklandım, aldığım derin nefesle biraz olsun sakinleşmeye çalıştım ve ikinci kez düşünmeme fırsat vermeden kapıyı hızla açtım. Bir süre durdum ve etrafı inceledim, telefonda söylemek istediğim şeyler beynimden bir bir akıp geçerken cesaretimin kırılmaması için içimdeki öfkeyi beslemeye devam ettim ve sonunda vaz geçtim. Bir süre öylece durdum ve bir şeyler yapmasını bekledim. Yapmadı. Eleri tastetur’ un dan ayırmadı. Hiç kimse beni aklımdan dahi geçirmediğim konular hakkında töhemet altında bırakamazdı. Yılların ardından öğrenmesi gereken ve hatta aptalca gördüğüm ruh halim böyleydi. Çok kırılmıştım yazma fikri aklıma geldiğinde ; Aklımdan ilk geçen şey tam da buydu işte. ‘’ Güven, sevgi ve saygı kaybetmemiz gereken duygularımdı. Leyla ile Mecnun Kerem ile Aslı birleşebilselerdi aşklarıda bu kadar büyük olmazdı sanırım. Aşk ve ayrılık birbirini besleyen iki duygu biri olmazsa diğeri var olamaz. Aşk ayrılığı başlattı ayrılık aşksız yapamadı. doğan çocuklarımzın adı Sevgi oldu. Biz ise hiç bir şey yapmadık. En azından doğan çocuklarımızla yaşamayı becerebilmeliydik. Umuda doğru koşabilmeliydik kırmadan dökmeden.
24.Jul.2013 Nürnberg
Mehmet Tefik Özkartal
Yorumlar
Yorumunuzun yanında istediğiniz resmin görünmesini istiyorsanız gravatar edinin!